islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4317
EURO
34,7477
ALTIN
2.441,58
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

KUR’AN BİZİ BİZE NASIL TANITIYOR?  

KUR’AN BİZİ BİZE NASIL TANITIYOR?  

Tarih  boyunca  düşünürler ve bilim adamları, “insan” ı yani kendisini tanıma ve tanımlama  gayreti içinde olmuşlardır. Nitekim kimine göre insan, “hayvan-ı nâtık / konuşan canlı”; kimine göre “düşünen canlı”;  kimine göre “eşref-i mahluk/yaratılmışların en şereflisi”;  kimine göre “ homo ekonomikus/ ekonomik insan”;  kimine göre göre de “ yeryüzünde Allah’ın halifesi” dir . Kimi  bilim insanına  göre insan, bilen, alet yapan ve  kullanan; kimine göre  isyan eden ve söz verebilen bir  varlıktır Dilbilimcilere göre ise insan,  “kaynaşan, alışan, uyum sağlayan ya da unutan”  bir canlıdır. Kısaca söyleyecek olursak  Alexis Carrel’in dediği gibi “ İnsan bu meçhul” dür. Neticede  insanoğlu kendini böyle  anlıyor ve  böyle tanımlıyor.

Bu kadar farklı tanımı yapılan bir varlığı, kısaca bizi bize Allah Teâlâ  nasıl  tanıtıyor?  Allah Teâlâ, Kur’an’da  «İnsanı, biz yarattık, nefsinin kendisine fısıldadıklarını da biz biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız»[1]  der ve onu mahlukatın pek çoğundan üstün kıldığını[2], bütün varlıkları onun hizmetine verdiğini,[3] vücut azalarını düzgün ve dengeli yarattığını, [4] ona  ruhundan  üflendiğini,[5] ihtiyaç duyduğu/duyacağı her şeyi kendisine verdiğini [6] ve nihayet yeryüzüne  onu halife yaptığını [7] söyler.  Kur’an’da  yer alan  bu bilgiler insanın, olumlu yanına aittir.  Bir de olumsuz yanına  ait bilgiler vardır ki bu bilgiler,  nicelik itibariyle  olumlu bilgilerden daha  fazladır.    Buna göre  insan,  nankör[8] , cimri[9] , kibirli [10], zayıf [11], kalbi katı [12], aceleci[13], azgın[14] , tartışmacı [15] , riyakar[16] ve kıskanç[17] bir varlıktır. O, Rabbine verdiği ahdi unutur,[18] karşılaştığı her zorluktan şikâyet eder, sızlanır,  ümitsizliğe düşer[19] ve  kendisine verilen nimetlere karşı nankörlük eder,[20] mala ve servete  düşkündür ve hırslıdır[21], sahip olduğu mal-mülk ile övünür [22], dolayısıyla da ahiret hayatını  dikkate almaz. Kendisine verilen emaneti/sorumluluğu gereği gibi yerine getirmediği için zalim ve cahildir [23], gerçeği akletmediği için  de “eşerr-i mahlûkat” konumuna düşer.  Bu nedenle insan, ne melektir, ne de şeytan, sadece insandır.  Dolayısıyla atası Adem’e   melekler secde  etse de,  kendisi günah işleme ve şeytanlaşma potansiyeline sahiptir. 

Bu  gerçek Kur’an’da  Bizim yarattığımız  insan ve cinlerin bir çoğu ( yaratılış amaçlarına uygun davranmadıkları için) cehennemliktirler. Bunların akılları var,  gerçeği kavramazlar; gözleri var, gerçeği görmezler; kulakları var  gerçeği duymazlar. Onlar hayvanlar gibidirler hatta onlardan daha şaşkın, daha aşağıdırlar. İşte bunlar gafillerin ta  kendileridir[24] ; “Allah katında, yeryüzündeki canlıların en şerlisi, gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir[25]   şeklinde  ifade edilir.

Verdiği bu bilgiler ile  Allah Teâlâ bize,  “sizi ben yarattım,  bu nedenle de  sizi en iyi ben bilirim” demek ister.  Şüphesiz ki bizi yaratan, bizi  bizden  daha iyi  bilir.  Bu nedenledir ki Yüce Yaratıcı, insanı, yani beni bana veya bizi  bize tanıtma ihtiyacı hissederek bu bilgileri  vermiştir.  Fakat verilen bu bilgilerin muhtevası, bilim insanları ve düşünürlerin yaptıkları  tanıtımlarda olduğu  gibi parçacı ve alansal  değil, insan bütünlüğünü   ifade eden ve hedefleyen  bilgilerdir. Nitekim   muhteva açısından Kur’an’ı diğer kitaplardan  ayıran da onun sahip olduğu  bu  niteliktir.

Biz insanı ( beden ve ruh bakımından) en güzel şekilde yarattık. Sonra onu (yaratılış amacına aykırı  kötü işleri sebebiyle) aşağıların aşağısına (cehenneme) attık. Ancak  iman edip  amel-i salih/ iyi ve yararlı işler   yapanlar için  sonsuz bir mükafat hazırladık[26]    ayeti,  adeta  verilen bu  bilgilerin  bir  özeti gibidir.  Zira bu ayet, insanın fıtratındaki bu düalist yapının varlığına işaret eder.   Ahsen, en güzel; takvim ise, eğriyi doğrultmak, kıvama, nizama koymak, değer biçmek ve kıymetlendirmek anlamlarına gelmektedir.  Dolayısıyla  “ahsen-i takvim” , insanın doğuştan sahip olduğu anatomik, fizyolojik, biyolojik ve psikolojik, kısaca  fıtrî yapısı ile ilgilidir. Zira Allah Teâlâ, insanı yaratırken, ona şekil vermiş ve ruhundan üflemiştir.    Bu da insanın bedeni ile toprağa, ruhu ile Allah’a ait olduğunu gösterir. Bu nedenle insan, Allah’ın kendisine verdiği fıtrî yetileri, iyilikte, güzellikte, doğrulukta kullandığında iyi insan; kötüye, çirkin şeylere, yanlışa ve haksızlığa yöneldiğinde ise  kötü insan olur ve  “esfel-i safiline/ aşağıların aşağısına” itilmeyi de hak eder.  Böyle bir durumla karşılaşmamak için insanın,  iman edip salih amel işlemesi gerekmektedir.  Dolayısıyla Kur’an,  “iman ve amel-i sâlih” i   insanın  yegane kurtuluş  reçetesi olarak  sunar.

Nitekim M. Hamdi Yazır,  ayette geçen “ahsen-i takvim”i, insanın “Gerek fizikî ve cismanî bakımdan, gerek ahlak ve maneviyat itibariyle ruhani bakımdan, insan en güzel bir  kıvama erebilecek en güzel bir biçimde yaratılmış” olması;  “esfel-i safilin”i ise “Maddeten,  manen kötülenmiş en sefil bir halde Cehenneme veya Cehennemin en aşağı tabakasına  doğru itilmek; temizlik yerine eğrilik, güzellik yerine  çirkinlik, terakkî yerine tedennî, sıhhat yerine za’f-ü maraz, gençlik yerine kocalık, sa’y-ü amel yerine atalet, hürriyet yerine esaret, refah yerine darlık, izzet yerine zillet, lezzet yerine elem ile erzeli ömre, ondan hayata mukabil ölüme, çürüyüp kokmaya, ondan kıyamete, Dünyaya mukabil Cehenneme veya Cehennemin en alt tabakasına doğru kakılmak” [27] olarak  anlar ve  açıklar.  

Allah Teâlâ, insandan  önce inanmasını, sonra da imanın gereği olan  amal-i salih/ iyi işler yapmasını ister ve bunu bekler. Bu nedenledir ki Kur’an’ın  pek çok yerinde bu  isteğini   ve beklentisini sıkça tekrar eder. Bunlardan en fazla dikkat çekeni de  Asr suresidir ve  bu surenin muhtevası da şöyledir:

“Andolsun asra; akıp giden zamana ki, (Ömür sermayesi tükenen ) insan, gerçekten zarar ve ziyan içindedir.  Ancak inanıp iyi ve yararlı işler yapanlar ile birbirlerine  hakkı ve sabrı  tavsiye edenler  hariç, onlar zarar ve ziyan içinde  olmayacaklardır.”[28]

İnsana  düşen  görev, bunun gereğini yerine getirmektir. Ne var ki bu görevi herkes değil,   sadece düşünen ve aklını kullanan  insan yapıyor.

 

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] Kâf 50/16.

[2] İsra, 17/70 .

[3] Casiye, 45/13.

[4] İnfitar, 82/7.

[5] Hicr,15/29; Sad, 38/72.

[6] İbrahim, 14/34.

[7] Bakara, 2/30.

[8] Adiyat 100/8

[9] İsra 17/100.

[10] Lokman 31/18.

[11] Nisa 4/27-28.

[12] Bakara 2/74

[13] İsra 17/11.

[14] Alak,96/6-7

[15] Kehf,18/54

[16] Haşr,59/16.

[17] Felak 113/5

[18] Al-i İmran 3/187.

[19] Hûd 11/9.

[20] Bakara 2/244.

[21] Mearic 70/18-21

[22] Hadid 57/14

[23] Ahzab, 33/72.

[24] A’raf,7/179.

[25] Enfal,8/22

[26] Tin,95/4-6.

[27] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul  1938, 8/5936.

[28]  Asr,103/1-3.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.