islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C

KURAN MEDENİYETİ VE ATATÜRK

KURAN MEDENİYETİ VE ATATÜRK

Son zamanlarda Atatürk’ün sarıklı, cüppeli din adamlarıyla fotoğrafları üstelik renklendirilerek birçok işyerinde görülmeye başlandı. Resimde Atatürk’ün yüz hatları çok rahat ve  huzurlu bir birlikteliği ifade ediyor. Bunun açık anlamı şudur: “Siz Atatürk’ün dine karşı olduğunu söylüyorsunuz, ama bakın o, Din Adamlarıyla nasıl da hoş sohbet bir hava içerisinde.” Bir kesimin toplumsal baskı haline dönüştürdüğü dindarlara hücuma dindarların psikolojik bir cevap arayışıdır bu. İyi mi ediyorlar? Elbete ki  iyi ediyorlar. Atatürk, bir kesimin mirî malı değil ki? Eğer o bir düşüncenin temsilcisi ise, öncelikle onun davranışlarının tamamını dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Atatürkçülüğü kendi kişisel hezeyanları için kılıf yapanlara müsamaha edenler, sonunda karşılarında böyle bir tepki tavrını bulacaklardı.

Peki, Atatürk’ün din hakkındaki tutumu neydi?

Alın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışıyla ilgili özel tamimini okuyun. Onu bulma fırsatınız yoksa, ben size tam metin olarak aktarayım:

“1-Allah’ın izniyle, Nisan’ın 23. bu günü, Cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2-Vatanın istiklâli, saltanat ve hilâfet makamının kurtarılması gibi en mühim ve hayati görevleri yerine getirecek olan  TBMM’nin açılış gününü Cuma’ya rast getirmek, bugünün hayrından faydalanmak ve açılıştan önce muhterem Mebusların hepsiyle Hacı Bayram-ı Veli Camii şerifinde Cuma namazı kılınarak Kuran’ın nurlarından ve namazlardan istifade olunmak içindir.

Namazdan sonra Hilye-i Saadet ve Sancak-ı şerif alınarak Meclis binasına gidilecektir. Binaya girmeden önce dualar okunarak kurbanlar kesilecektir.

3-Adı geçen günün kutsiyetini güçlendirmek için bu günden başlayarak il merkezinde, Vali hazretlerinin tertibiyle, “Hatim” ve “Buharî-i şerif” okunmasına başlanacak, Hatim’in son bölümü teberrüken Cuma namazından sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.

4 – Mukaddes ve yaralı vatanımızın her köşesinde bu günden başlayarak Buhârî ve Hatimler ve Cuma günü ezandan önce minarelerden  Salavat-ı şerifeler okunacak ve Hutbelerde umum millet çocuklarının bir an evvel kurtuluş ve mutluluğuna nail olmaları da eklenecektir. Cuma namazının kılınmasından sonra da Hatîm tamamlanarak bil cümle vatan kesimlerinin kurtarılması için vuku bulan millî mesainin önemi ve kutsiyeti hakkında “mev’izeler” irad olunacaktır. Ondan sonra  din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dini-vatanî töreni müteakip camilerden çıkıldıktan sonra, Osmanlı beldelerinin her tarafında, hükümet konaklarına gidilerek Meclisin açılmasından dolayı resmen “tebrikler” yapılacaktır. Her tarafta Cuma namazından önce münasip Mevlid-i şerif okunacaktır.” (1)

Atatürk’ün meclisi açarken böyle bir tamimi, bu tamimle ifadelendirilen manevi ortamı sağlamaya inancı yoksa ihtiyacı var mıydı? Karşısında kendisine direnecek bir gücün olmadığı bir ortamda, istediği radikal kararları alırken serbest hareket eden bir Devlet Adamı, Meclisi açarken Hatim’e Dua’ya, Salavat’a sığınmasını çekecek taraf bulabilmek akla hayale gelmedik talihsiz yorum yapanlar elbette bunun için de gerekçe bulacaklardır.

“Tanrının peygamberi ve resulü olan fahri alem efendimiz, bu Arap kitlesi içinde, Mekke’de dünyaya gelmiş kutlu bir varlıktır.

Ey arkadaşlar;  Tanrı birdir, büyüktür. Tanrı’nın tecelli eden kudretlerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar, iki sınıfta, iki devirde mütalaa olunabilir (düşünülebilir).

İlk devir, insanlığın çocukluk ve gençlik devridir.

İkinci devir, insanlığın olgunlaşma ve gelişme devridir. İnsanlık ilk devirlerde tıpkı bir çocuk gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle  uğraşılmaya lüzum gösterir. Tanrı, kullarının gereği kadar olgunlaşmalarına değin, aralarından vasıtalarla onlarla uğraşmayı Tanrılığının ödevi sayar. Onlara Hz. Adem’den başlayarak adları bilinen ve bilinmeyen, sayıları uçsuz bucaksız denecek kadar çok ‘nebi’ler, peygamberler, resuller, yani yalvaçlar göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla, en son din ve uygarlık gerçeklerini verdikten sonra, artık insanlarla vasıtalı olarak temasta bulunmaya lüzum görmemiştir. İnsanlığın idrak, aydınlanma ve gelişme derecesini, her kulun doğrudan doğruya kendisinin kalbine koyduğu insanlarla baş başa bulunduğunu kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki, Cenabı Peygamber, ‘nebi’lerin sonuncusu olmuştur. Kitabı da kusursuz ve mükemmel bir kitaptır. (2) Şimdi, Atatürk’ün diliyle bu “Kusursuz ve Mükemmel Kitap”, karanlığa götüren bir sapma olarak algılanacak ve bunun faturası da Atatürk’e çıkarılacak.

Atatürk, Türk siyasi liderleri içerisinde kendine has kimlik, kişilik ve tasarruflarıyla tarihi yerine oturtulabilseydi, bugün bu problemleri yaşamayacaktık.  Devleti inançsız bir temele oturtmaya çalışan seküler kesim, adına laiklik diyerek yanlış telkin ve tavsiyelere giderken, buna karşı tavır alanlar doğal olarak Atatürk’e karşı da tavır almış gibi olmaktadırlar. Aslında bu, Atatürk’ün tavrına ya da icraatlarına değil, Atatürk’ü kullanan kesime karşıdır. Bunu iyi okuyamayanlar, dindarlığın Atatürk düşmanlığıyla anlaşılması gerektiği gibi bir zorlama içindedirler.

Bunda da haksız sayılamazlar. Buyurun tarihin bize uzattığı bir utanç belgesi var elimizde, yine birlikte bakalım buna:

Çok ibret verici bir hadisedir bu durum:

“18 Temmuz 1923’te Ankara İstasyonu’ndaki binada, teşkilatı Esasiye’nin tâdili müzakeresinde vaziyet tamamıyla aydınlandı.

Teşkilatı Esasiye’de yapılmasını muvafık gördükleri tadillerin ikinci günkü müzakeresiymiş. Bana haber verilmemişti. Bugün ben tesadüfen hazır bulundum. M. Kemal Paşa’nın reisliğinde şu zatlar bu işle meşguldü:

Dahiliye Vekili Fethi Bey, İktisat Vekili Tevfik Rüştü Bey, Nafia Vekili Fevzi Bey, Maliye Vekili Hasan Bey, Ziraat Vekili Sabri Bey, Matbuat Umum Müdürü Ağaoğlu Ahmet Bey, Mebuslardan Ziya Gökalp, İhsan Bey, Sivas Mebusu Râsim Bey vardı. Erzincan Mebusu Rafet bey kâtiplik yapıyordu. Başvekil Rauf ve Maarif Vekili Safa beyler, esasen seçim komitesinde dahi bulunmamışlardı.

Ben girdiğim sırada Tevfik Rüştü bey konuşuyordu:

-Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım. Kimseden korkmam. Teşkilatı Esasiye’mize dinimiz apaçık yazılmalıdır… diyordu.

Ben söz aldım ve sordum:

-Teşkilatı Esasiye’de dinimizin İslâm olduğu yazılıdır Tevfik Rüştü Bey? Hangi kanaati haykıracaksın. Teşkilatı Esasiye’ye hangi dini yazdıracaksın? Hıristiyanlığı mı?

Mahmut Esat Bey söz aldı ve sertçe cevap verdi:

Evet Hıristiyanlığı.. Çünkü İslâmlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez, mahvoluruz. Ve bize de kimse ehemmiyet vermez.

Ben söz alarak dedim ki:

-İslâmlığın terakkiye mani olduğu Avrupalıların uydurmasıdır. Bu meseleyi istediğiniz kadar münakaşa edebiliriz. Fakat münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele  varsa, din değiştirme gayretidir. Netice İslâm kalırsak mahvolmayız, fakat din değiştirme oyunuyla bizi  kolay mahvedebilirler. Hıristiyan Bizans’ı, İslâm Türk yıkmış ve yerine geçmiştir.. Fransızlar 1855’te İslâm Osmanlı İmparatorluğuyla ittifak yaparak Hıristiyan Rus İmparatorluğuna karşı harp ettiler. İçinden yeni sıyrıldığımız cihan harbinde, Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan devletleri yine İslâm Türk’le ittifak yaptılar. Ve Hıristiyan itilaf devletlerine karş birlikte harp ettiler. Yüzümüze kim bakmazmış ne demek?

Fethi Bey söz alarak,  bana gayet sert, katı cevap verdi:

Evet Karabekir.. Türkler İslâmlığı kabul ettiklerinden böyle kaldılar ve İslâm kaldıkça bu halde kalmaya mahkumdurlar. Bunun için İslâm kalmayacağız.. .dedi.

Ben de aynı sertlikte şu cevabı verdim.

Fethi bey, bu yabancı fikri şiddetle reddederim. Geri kalmamıza âmil olan şey bir değildir. Fütuhatçılık, temsil gayreti göstermemek, Avrupa’nın ilim ve irfan cephesiyle temassızlık, idarede istibdat gibi mühim sebepler vardır.. Aynı yanlışları yapan Hıristiyan devletlerin de yıkılıp gittiğini bilmez değilsiniz.. Bir zelzelenin hakiki sebebini araştırmayıp onu gülünç bir sebebe bağlamak kadar, İslâmlık terakkiye manidir fikrini garip bulurum. Bu yabancı ve tehlikeli fikrin, aramızda da münakaşaya tahammül edemeyecek kadar taraftar bulmasından çok müteessir oldum. Fakat ben iddia ediyorum ki, Türk milleti ne Hıristiyan olur, ne de dinsiz kalır. Hakikat budur. Bir milletin asırlardan beri, en mukaddes duygularını bir hamlede atabileceğinize inanışız objektif bir görüş değil, hayalinizdir. Böyle bir harekete cüret, memlekette kanlı bir istibdat ile başlar ve İstiklal Harbinin birliğini de birbirine katar. Nasıl bitebileceğini de söyleyebilirim. Düşmanlarından kanı pahasına istiklalini kurtaran Türk milleti, hürriyetini kendi evlatlarına boğdurmayacak… Buna cüret edeceklerin de  hakkından gelecektir Fethi bey…

Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben şöyle devam ettim:

-Paşam, maddi cephemiz zaten zayıftır, güvenebileceğimiz manevi cephemizi de düşmanlarımızın yaldızlı propagandasına kurban edersek, dayanabileceğimiz ne kalır? Bizi silah kuvvetiyle parçalayamayan düşmanlarımız, görüyorum ki, bizi fikir kuvvetiyle mahvedecekler. Buna müsaade edecek misiniz?  Siz ki, bizi bu hale getiren belanın isdipdat olduğunu, zaferden sonra milletin tamamen iradesine sahip olarak yürüyeceğini millet kürsüsünden dahi defalarca haykırdınız. Millet Meclisini Tekbirler, selatlar arasında açtınız. İslâmlığın en yüksek bir din olduğunu hutbelerle ilan ettiniz. Hepimiz aynı iman ve kanaatle aynı yolda yürüdük. şimdi ne yüzle ve ne hakla bir kanlı maceraya atılacağız?..

Mustafa Kemal Paşa sözümü burada keserek dedi ki:

“Müzakereler hararetlendi. Burada kesiyorum.” (3)

______________________

1-Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, C.1. S.576

2-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.3. Belgeler, Belge no: 254.

3- Kâzım Karabekir, Hatıralarım, Yeni İstanbul Gazetesi, 13-16 Kasım 1970; Bk; Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, S.54

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar
  1. Veysi dedi ki:

    Makaleniz Islâm düşmanlığına Mustafa Kemal ı kılıf olarak kullananlara iyi bir cevap oldu.