islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4936
EURO
34,9335
ALTIN
2.432,00
BIST
9.790,05
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

MAHPUSLUK PSİKOLOJİSİ

MAHPUSLUK PSİKOLOJİSİ

Benim Hücrem

Tavan ve duvarlarında su kaçaklarından dolayı mantar gibi kabartılar oluşmuş bir hücre burası. Buz gibi soğuk olmasına rağmen içerisi küf kokuyor.

Benim hücrem!

Bana tahsisli!

Zalimlerin bana layık gördüğü yer!

Hayvanı bağlasan durmaz denecek türden bir mekân…

Bir yığın korkunç iftira eşliğinde FETÖ’cü terörist ilan edilerek içeri atılmamış olsam bile, bu iptidai şartlarda mahpusluğa katlanılması gerçekten zor.

Hariçten Gazel Okumak  

Jakoben zihniyetin Refah Partisini 1998 yılında kapatması üzerine hazine yardımı olarak verilen paraların devlete iadesi istenmişti. Partinin hazine yardımını devlete iade etmemesi üzerine açılan kayıp trilyon davası neticesinde rahmetli Erbakan Hoca 2 yıl 4 ay hapse mahkûm olmuştu.

O yıllarda parti teşkilatı olarak Bosna Savaşına ciddi miktarda maddi yardım edilmiş olması, ancak bunun açıkça söylenememesi de söz konusuydu.

Bazılarına göre rahmetlinin bu siyasi hapis cezasını yatmamak için bazı manevralar yapması kabul edilemez bulunmuş, eleştirilerin hedefi olmuştu.

“Git paşa paşa yat da zalimlere kapak olsun ve bu millet de seni bağrına bassın” benzeri yorumlar yapıldığını hatırlıyorum.

Oysa yaşı hayli ilerlemişti ve o dönemde ciddi sağlık sorunları da bulunuyordu.

Öte yandan 12 Eylül darbesi sonrası laikliğe aykırı davranmaktan tutuklu kaldığı dönemlerden hapis yatmanın ne demek olduğunu da gayet iyi biliyordu.

Sonuç olarak mahpusluğun ne olduğunu bilmeyenler için ‘git yat’ diyerek hariçten gazel okumak kolaydır!   Ama iş pratiğe gelince “Eyvallah gider yatarım” demenin her yiğidin harcı olmadığı da bir gerçektir.

Bu öyle bir musibet ki her şeyin gelip geçici olduğunu bildiğin halde kolay kolay “Bu da geçer yahu.” demediğin/diyemediğin bir âlem.

Stanfort Üniversitesi Hapishane Deneyi

Üzerinde pek çok televizyon programı yapılan, sinema filmleri çekilen, kitaplar ve makaleler yazılan bir deney olan Stanfort Üniversitesi hapishane deneyi bilim dünyasında çok çarpıcı sonuçlar vermiş ve çok meşhur bir tecrübe olarak tarihe geçmiştir.

Bu deneyi özetleyerek cezaevinin katlanılmazlığı ile ilgili ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim sanırım.

Stanfort Üniversitesi Psikoloji Bölümünden Dr. Zimbardo başkanlığında bir proje ekibi, hapishane hayatını incelemek amacıyla, 1971 yılında bir deney planlandı.   Denek olmayı kabul eden 70 kadar üniversite öğrencisi çeşitli testlerden geçirilerek aralarından ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı olduğu değerlendirilen 24 kişi seçildi.

Başlangıçta deneklerin hepsi hiçbir sorumluluk almamak için mahkûm olmayı tercih etseler de bunlardan kura ile 9’u mahkûm, 9’u da gardiyan olarak belirlendi. Bir kısmı da yedek olarak tutuldu.

Deneye katılmayı kabul eden öğrencilere günlük on beşer dolar ödenecek ve derslerden de notları yükseltilecekti. On dört gün sürmesi planlanan deneyde, Psikoloji Bölüm binasının bodrum katı hapishane olarak düzenlendi.

Hapishanede ilk gün sakin geçtiyse de ikinci gün sabah ortalık karışmaya başladı. Henüz otuz altı saat dolmadan ilk fire verilecek ve deneklerden birisinin düşünce dağınıklığı ile birlikte kontrolsüz davranışlar sergilemeye ve ağlama krizleri geçirmeye başlaması üzerine mecburen tahliye edilecekti.

İkinci gün hemen herkes burada olup bitenleri gerçek dünya ile karıştırmaya başladı. Mahkûm rolündeki denekler için kaldıkları yer gerçek bir hapishaneydi. Gardiyan rolünü oynayan diğer denekler için ise karşılarındaki kişiler kurada kendilerine mahkûm rolü çıkmış deney arkadaşları değil kendilerinden her an bir kötülük beklenen ve mutlaka disiplin altında tutulması gereken suçlular olarak görünüyordu.

İkinci gün sıkıntılar başlamış olsa da asıl üçüncü günde mahkûmlarda psikolojik kırılmalar yaygınlaşmaya başladı. Aralarında ağlayanlar, kaçma planı yapanlar ve tahliye için yalvaranlar ortaya çıktı.

Dördüncü günde iş iyice zıvanadan çıkmaya başladı.  Bazı mahkûmlar psikolojik olarak öyle çökmüşlerdi ki histeri nöbetleri geçirenler ve gerçek isimlerini hatırlamakta zorlananlar bile vardı.

Hapishane şartlarını ve gardiyanların davranışlarını gerekçe göstererek çıldırmış gibi bağırıyorlardı. Sürekli tahliye talep ediyorlar ve affedildikleri takdirde şimdiye kadar deneyden kazanmış oldukları parayı iade etmeye de razı olduklarını söylüyorlardı. Hatta deneklerden birisi tahliye edilene kadar yemek yemeyeceğini söyleyerek açlık grevine başlamıştı.

Beşinci günde işler artık çığırından çıkmış, kontrol edilemez duruma gelmiş, bazı mahkûmlar şoka girmiş ve psikolojik olarak kilitlenmişlerdi. Bazıları konuşamıyordu. Dr. Zimborda’nun asistanının araya girip baskı yapması ve bazı mahkûm ailelerin avukat tutarak deneyi dava konusunu yapacaklarının anlaşılması üzerine iki hafta sürmesi gereken deney, altıncı günü sabahında sona erdirilmek zorunda kalındı.

Bu süreçte rollerinden memnun olan bir kesim vardı.

Gardiyanlar!

Onlar Dr. Zimborda ve ekibinin kendileri için biçtikleri role oldukça çabuk intibak etmişlerdi ve kısa sürede hadlerini aşacak davranışlar göstermeye başlamışlardı. Deneyin süresinden önce bitirilmesi işlerine gelmedi ve bu durumu protesto ettiler!

Aradan elli yıl geçmesine rağmen bu deneyin sonuçları hala tartışılmaktadır. Çalışmanın manipülatif tarafları olduğu iddialarına rağmen insan doğası ile ilgili ilginç bilgiler veren çok önemli bir psikoloji çalışması olduğu bilim camiasında kabul görmüştür.

Kişiler kendilerine verilen rolleri öyle benimseniyor ki bir süre sonra gerçeklikle deney arasındaki çizgi gittikçe belirsizleşiyor. Zamanla gerçeklik algısı önemli ölçüde kaybolduğu için mahkûm denekler, pasif ve depresif davranışlar göstermeye başlarken gardiyanlar da gittikçe gaddarlaşıyorlardı.

Mahkûm denekler arasında bunun bir deney olmayabileceğini, bir oyuna getirilerek gerçekten tutuklandıklarını, istikballerinin mahvolduğunu ve buradan çıkamayacaklarını düşünmeye başlayanlar vardı ve bunlar diğer arkadaşlarını da olumsuz yönde etkiliyorlardı.

Hal böyle iken rol icabı bile olsa hapis hayatı, insanda sanki her şeyin bittiği duygusunu oluşturuyor.

Ben de hücremde bunun emarelerini kendi üzerimde gördüm ve hissettim. Ne var ki benim yaşadığım bir deney değildi!

Bir Bilseydik Keşke

Daha genel anlamda fani diye adlandırdığımız ama bize daimiymiş gibi gelen bu dünya hayatında imkân, meslek, unvan, rütbe, makam ve mevkilerimiz gibi kısmen tercih ettiğimiz rollerimize, Stanford Hapishane Deneyindeki gençler gibi, kapılıp gitmiyor muyuz?

Yoksa her birimiz belirlenmiş bir vakitte bu oyundan ayrılmak zorunda kalacağımızı bildiğimiz halde ve Rabbimizin “Hanginizin daha iyi iş yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur…”(Mülk-2) buyruğuna rağmen haddimizi aşarak yeryüzünde bunca kötülüğü işleyebilir miydik?

Oysa Rabbimiz peşin olarak haber veriyor:

“Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.” (Ankebut-64).

Dünya hayatındaki benimsediğimiz rollerimizden memnun muyuz?

İyileri mi yoksa kötüleri mi temsil ediyoruz?

İnsanların arasında hak ve adâletle hüküm verildiği ve kimseye zerre kadar haksızlık yapılmadığı güne hazır mıyız (Zümer – 69)?

Bugünkü yazımızı bir şair dostumuzun Vahdaniyet isimli güzel bir şiiriyle bitirelim.

VAHDANİYET

Tiftik misali atılmış nefsime,

yenildim umumiyetle.

iyiler şehrinden nasiplerimi teptim

kahhar bir suhuletle.

Dünya vurdu beni zincire

bir hilal kaş, üç beş veletle.

Tövbem kabul olur mu bilmiyorum

ki ciddiyetle.

İyi ile kötü yarışır taa derinlerde bir yerde

buhur olur tüter hararetle,

Günahlar doldurur heybemi ki, sevaplarda

biriktirmiştim bin bir zahmetle.

Bir yandan ümit taşırım panik yok,

der kalbim sükûnetle.

Rahman var görür aczimi bir yandan

adalet eder rahmetle.

Allah’tan isterim minnetim yok kullara

bilirim başa kakar onlar, zilletle.

Bir gün uyanacağım rüyadan elbet,

fikri vahdaniyetle.

 

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.