islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3659
EURO
34,6536
ALTIN
2.381,91
BIST
10.195,20
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Az Bulutlu
Cuma Yağmurlu
15°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Açık
22°C

VEFAT ETMEK ASLA DÖNMEKTİR

VEFAT ETMEK ASLA DÖNMEKTİR
19 Nisan 2024 09:46
A+
A-
Hristiyan kültüründen İslâm literatürüne geçen masallardan biri de Hz. Îsâ’nın ölmediği, göğe çıkarıldığı; kıyâmet kopmadan önce geri dönüp Şam’daki bir minareden yere ineceği şeklindeki anlatımdır. Bu hikâye ile Hristiyan mitolojisi İslâmlaştırılarak Müslümanların inançları arasına sokulmuştur. Bu konuda öne sürülen ve bir kısmı hadîs diye sunulan sözlerin, Kur’ân’dan onay alması mümkün değildir. Kur’ân, Hz. Îsâ konusuna çeşitli bağlamlarda sayfalarca yer vermiştir. Öyleyse; Hz. Îsâ’nın tekrar geri gelmesi gibi bir konuda neden sessiz kalsın? Delil olarak getirilen Kur’ân âyetlerinin tamamı maalesef yanlış yorumlanmış, hadîsler ise yalnız “raviler zincirinin güvenilirliği” ön plana alınarak içerikleri “objektif bir metodoloji” ile analiz edilmemiştir.
Şunu iyi idrak etmeliyiz ki; Hz. Peygamber’in Kur’ân’ın onay vermediği bir şeyi söylemesi mümkün değildir. Eğer Hz. Peygamber, “Hz. Îsâ tekrar gelip dünyâyı düzeltecektir” deseydi, kendi anlam ve önemini inkâr etmiş olurdu. Nitekim bugün Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu kabul etmeyenlerin dayandıkları ve öne çıkardıkları en büyük söylem Hz. Îsâ’nın tekrar dünyaya geleceği uydurmasıdır. Açık söylemek gerekirse bu söylem aynı zamanda, Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’ede açık bir iftiradır.
Kur’ân perspektifinden baktığımızda, karşımıza çıkan tek gerçek Hz. Îsâ’nın “eceliyle” öldüğüdür. Aşağıdaki âyetler bu gerçeği teyid etmektedirler:
“Bakın! dedi, Allah’ın kuluyum ben. O bana ilâhî mesaj bahşetti ve beni peygamber yaptı. Ve nerede bulunursam bulunayım beni kutlu ve erdemli kıldı; yaşadığım sürece bana salâtı, arınmak için vermeyi emretti; ve anamı saygıyla gözetmemi; ve beni merhametten yoksun bir zorba kılmadı. Bunun içindir ki, doğduğum gün selâm benim üzerimdeydi; öleceğim gün ve hayata (yeniden) döndürüleceğim gün (yine benim üzerime olacaktır)!”
“O zaman Allah: Ey İsâ! demişti, Seni ölüme yollayacağım ve Katıma yücelteceğim ve seni hakîkati inkâra şartlanmış olanların arasından çekip arındıracağım. Sana tâbî olanları, Kıyâmet Günü, hakîkati inkâra şartlanmış olanların (kat kat) üstüne çıkaracağım. Sonunda hepiniz bana döneceksiniz ve aranızda anlaşmazlığa düştüğünüz her konuda Ben hüküm vereceğim.’”
“Ben onlara (söylememi) emrettiğin şeyden başkasını söylemedim: ‘Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz (olan) Allåh’a kulluk edin’ dedim. Ve onların arasında yaşadığım sürece yaptıklarına şâhitlik ettim. Ama sen bana ölümü verdikten sonra onların koruyucusu yalnız Sen oldun. Zaten Sen her şeye şâhitsin.”
Dikkat edilirse verdiğimiz ilk âyet grubunda Hz. Îsâ kendini -Hristiyanların Allah’ın oğlu olduğu yönündeki iddiasına karşılık- “Allah’ın kulu” olarak tanıtarak vahye muhatap olduğunu söylemekte ve “öleceğim gün” ifâdesiyle de her canlı gibi “ölümü tadacağını” haber vermektedir.  İkinci âyette de geçen “muteveffîke ve râfiuke” kelimeleri ile Allah, Hz. Îsâ’yı vefat ettireceğini ve onu kendi katına yükselteceğini bildirmektedir. Bir insânın “Raf” edilmesi fiili ne zaman Allah’a atfedilmişse, bu her zaman “onurlandırma” veyâ “yükseltme” anlamlarına gelmektedir. Bu da yine Hrıstiyanların inandıkları ve inandırmak istedikleri gibi Allah’ın Hz. Îsâ’yı yaşadığı sırada bedensel olarak cennete “yükselttiği” şeklindeki yaygın inançlarını desteklemediğini bize göstermektedir. Yani “Allah o’nu kendi katına yüceltti” ibaresi, Hz. Îsâ’nın Allah’ın özel rahmeti mertebesine/yüce bir konuma yükseltildiğini gösterir ve bu bütün peygamberlerin yararlandıkları bir lütuftur.  Üçünsü sırada yer alan âyette ise görüldüğü gibi yine tevhid vurgusu yapılmakta ve Hz. Îsâ “teveffeytenî” yâni “sen bana ölümü verdikten sonra” ifâdesiyle de vefatının herkes gibi gerçekleştiği bildirmektedir.
Bütün bu âyetler bize “doğumu özel” bir şekilde gerçekleşse de Hz. Îsâ’nın yaratılmış tüm insânlar gibi doğal bir ölümle âhirete göçtüğünü ve bundan sonra da Allah’ın yaratılmış bu âleme koyduğu değişmez yasa/Sünnetullah doğrultusunda/gereğince tekrar dünyaya dönmeyeceğini bildirmektedir. Ama bu konuda asıl tartışılan ve üzerinde durulan soru, Hz. Îsâ’nın nerede/ne zaman vefat ettiği ve akibetinin ne olduğudur?
Özet olarak Hristiyanlar, Hz. Îsâ’nın çarmıhta öldüğüne, üçüncü günde ölüme galip gelerek dirildiğine, Allah’ın O’nu katına yükseltip sağ yanına oturttuduğuna ve dünyânın sonuna doğru Tanrısal krallığı tesis etmek üzere yeniden yeryüzüne ineceğine inanırlar. Yâni bir anlamda Hristiyan inancı bu temel üzerine kuruludur. Yine bunun yanında Hz. Îsâ’nın çarmıhta akıttığı kan, Hz. Âdem’in işlediği -bütün insânları kapsayan- günahın da kefareti olmuş ve böylece Allah ile insân arasında uzlaşma sağlanmıştır.  Elbette Hristiyanlar arasında bu düşüncede olmayanlar da vardır ama bu konuda farklı görüşleri savunanlar kilise tarafından Hristiyanlık dışına itilmişlerdir. Görülüyor ki; Hristiyanlık inancının elinden Hz. Îsâ’nın yeryüzüne bir daha gelmeyeceği ilkesini aldığımızda ortada Hristiyanlık denilen bir görüş de kalmayacaktır.
İslâmî kaynaklarda da Hz. Îsâ’nın çarmıha gerilmediği, onun yerine son anda ona çok benzeyen bir kişinin çarmıha gerildiği söylenmekte ve Hz. Îsâ’nın kıyâmete yakın tekrar yeryüzüne gelip Hz. Peygamber’in şeriatine tabi olacağı, deccali öldüreceği, haçı kıracağı, adaletle hükmedeceği bildirilmektedir. Hattâ âlimler; Hz. Îsâ’nın yeryüzüne inişinin Kitap, Sünnet ve icma ile sabit olduğunu, bunun mütevatir hadislere dayanan bir inanç meselesi haline geldiğini ve inkâr edenin ise küfrüne hükmedileceği kanaatine varmışlardır.
Bütün bu tartışmalara ve farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olan Nisâ/157. âyetin içeriği ise şöyledir: “Ve ‘Bakın, biz, Allah’ın Elçisi [olduğunu iddia eden] Meryem’in oğlu İsa Mesih’i öldürdük!’ diye böbürlendikleri için. Aslında o’nu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler, sadece onlara öyle [olmuş gibi] göründü; ve o konuda farklı görüşler taşıyanlar da gerçekten şaşkındılar, o’nunla ilgili [gerçek] bir bilgileri yoktu ve sadece bir zanna uymuşlardı. Kesin olan şu ki o’nu öldürmediler.”
Âyetin başında “Hz. Îsâ’yı öldürdük” diye böbürlenenlerin, İsrâiloğulları’ndan, Allah ile anlaşmalarını bozarak, O’nun mesajını terkederek, haksız yere peygamberleri öldürerek ve Hz. Meryem’e iftira atarak Yahudileşenler olduğunu anlıyoruz.  Çünkü onlar, Hz. Îsâ’nın mesihliğini kabul etmedikleri gibi, O’nun Romalılarca tutuklanıp çarmıha gerilişinde de rol almışlardır. İşte âyet öncelikle Yahudilere seslenmekte ve Hz. Îsâ’nın kendileri tarafından öldürülmediğini ve çarmıh işleminin de gerçekleşmeyip onlara öyle göründüğünü vurgulamaktadır.
Şimdi bu âyeti iyi anlayabilmemiz ve Hz. Îsâ’nın neden çarmıhta öldürülmediği olayına farklı bir yaklaşım gösterebilmemiz için âyette geçen “mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum” ifâdesini iyi analiz etmemiz gerekmektedir. Ama önce çarmıhın ne anlama geldiğine kısa bir değinelim. Çarmıh; “dört çivi” anlamında Farsça  bir terkip olup biri yatay, öteki dikey iki ağacın oluşturduğu haç şeklindeki darağacını ifâde eder. Buna haç ve salib de denilmektedir. Suçluyu ellerinden ve ayaklarından bağlamak veya çivilemek suretiyle idam etme şekli olan çarmıha germe olayı Romalılar’da yaygın olmakla birlikte daha önceleri Asurlular, Persler, Kartaca Fenikelileri, Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından da uygulanmış, böylece halkın ibret alacağı, adaletin gücünün gösterileceği düşünülmüştür.
Romalılar’da çarmıha germe olayı onur kırıcı bir idam şekli olarak kabul edildiği için bu ceza devlete isyân edenlerin dışında Roma vatandaşlarına uygulanmamıştır. Bu idam şeklinde genellikle suçlu kırbaçlandıktan sonra idam yerine tahtasını taşımaya zorlanırdı ve işlediği suç bir levha üzerine yazılarak boynuna asılır veya başkası tarafından önünde taşınırdı. Daha sonra bu levha başkalarına da ibret olması için çarmıha gerilenin önüne tesbit edilirdi. Çarmıhlar şehir surları dışında kurulmakla beraber işlek yollara, sık sık gidilen yerlere yakın olmasına özen gösterilirdi.
İşte âyette geçen “salaba” kelimesi sözlük anlamıyla “çarmıh üzerinde öldürmek” demektir ama bir çarmıhın gerçekleşmesi içinde olmazsa olmaz iki koşul vardır. Bunlardan ilki haç şeklinde bir tahta/ağaç üzerine insânı mıhlamak yani çivilemek, ikincisi ise ölümünü kesin olarak sağlamlaştırmak için suçlunun kuyruk sokumuna kargı/mızrak sokmaktır. Eğer bunlardan bir tanesi olmazsa “salaba” fiili gerçekleşmemiş olur. Âyette görüldüğü gibi Kur’ân bu konuda bilgi vermemekte, sadece çarmıh işleminin gerçekleşmediğini söylemektedir. Buradan anlıyoruz ki; Hz. İsâ çarmıha gerilmiştir ama ölümünün teyidi olan mızrak sokma eylemi kendisine uygulanmamış olduğundan çarmıh gerçekleşmemiştir.
Detayları ve gelişmesi Kur’ân ve kanonik İncillerde yer almayan bu olayın nasıl olduğunun Nisâ/157. âyetin rûhuna ve lâfzına en uygun olan senaryosu çok ilginçtir. Bu senaryonun yazarı ise aşırı bir İslâm düşmanı olan ama Hristiyan metinlerini yorumlarken gösterdiği dirayet ve akla yatkınlık bakımından üstün yeteneklere sahip Agnes Braillon’dur. Bu kişi “Âdem Oğlu” eserinde Hz. Îsâ’nın hayatını anlatırken şu senaryoyu ileri sürmüştür:
Hz. Îsâ iki adi hırsızla beraber çarmıha gerilmiştir, onun çarmıhı diğerlerinden daha yüksek ve ortadadır. Çarmıha gerilerek elleri ve ayakları çivilenen bir insânın kendi hâline bırakıldığında ortalama/asgari ölüm süreci üç saattir. Fakat bu kadar uzun süre acı çekmesin diye sorumlu görevliler/askerler salbedilmeyi/çarmıhı sonuçlandırmak ve ölümü hızlandırmak için suçlunun kuyruk sokumuna kargı/mızrak ile müdahale ederlerdi. Hz. Îsâ’ya ise bu yapılmamış, çarmıhta yaklaşık kırk beş dakika kalmıştır. Bunun nedeni bu kırk beş dakikalık süre içerisinde Hz. Îsâ’nın başının öne eğilmesi/düşmesi ve Romalı askerlerin de “galiba bu adam öldü” şeklindeki kanaatleridir. Bu gelişme üzerine Romalı askerlerden biri mızrağı Hz. Îsâ’nın kuyruk sokumuna değil, göğüs kafesinin sağ kısmının altına sokarak orada bir yara açmış ve buradan kanın aktığını görmüştür. Fakat bu işlem sırasında Hz. Îsâ’da en ufak bir reaksiyon görülmediği için Romalı komutan “bu adam zaten ölmüş, indirin aşağı” diyerek, Hz. Îsâ’yı orada bekleyen yakınlarına teslim etmiştir. Sonrasında Hz. Îsâ Azer’in kendisi için hazırlamış olduğu lâhite koyulmuş ve üstü kapakla örtülmüştür.
Bu işlemin arkasında lahitin yanında ayrılan ve evlerine dönen başta Hz. Meryem, on bir havari, Mecdelli Meryem, Azer ve ailesi toplanmış, büyük bir üzüntü içesisinde ağlamaya başlamışlardır. Fakat hayattayken Hz. Îsâ’ya çok düşkün olan Mecdeli Meryem dayanamamış ve duâ etmek için lahitin başına tekrar geri döndüğünde lâhdin kapağının açılmış olduğunu, içesinde sadece bazı kefen parçalarının bulunduğunu görmüştür. Bu şaşkınlık, heyecan ve ağlayış içerisinde bulunurken, yan taraftaki çalılıklar arasından Hz. Îsâ çıkmış ve ona: “Kızım ben ölmedim, git havarilere söyle, onlarla Tabor Dağı’nda buluşmak istiyorum” demiştir. Bu buluşmanın ardından havarilere son tavsiyelerini yaptıktan sonra Hz. Îsâ onlara vedâ etmiş ve ayrılmışlardır. Anlaşılıyor ki, Hz. Îsâ çarmıhta ölmemiş, göğsüne batırılan mızrağın acısını duyamacak kadar ağır bir baygınlık geçirmiş, sonra da konulduğu lâhdin soğukluğunda kendine gelmiş ve lâhdin kapağını kaldırarak dışarı çıkmıştır.
Şimdi görüldüğü gibi bu senaryo âyetin “ma salebuhu” yâni “onu salbetmediler” ifâdesine en uygun düşmektedir. Çünkü çarmıhın üzerinde Hz. Îsâ’nın ölümünü kesinleştirmek için gerekli olan prosedür/izlek kalem kalem gerçekleşmemiş, bir tanesi eksik kalmıştır. Hz. Îsâ’nın ağır baygınlık hâlindeki tepkisizliği deromalı askerlere âyetin ifâdesiyle “ve lâkin şubbihe lehum” “gerçek ölüm” gibi gözükmüştür. Bütün bu bilgiler, Yahudilerin “onu öldürdük” şeklindeki böbürlenmelerini yalanlarken, Hristiyanların da “çarmıhta ölüp üç gün sonra dirilen” inançlarını reddetmekte, Kur’ân’ın bu konudaki açık ve anlaşılır yaklaşımını ise desteklemektedir. Anlaşılıyor ki; Allah, düşmanlarının kin, nefret, iftira ve tuzaklarından Hz. Îsâ’yı kurtarmış, Hz. Îsâ’nın akibetinin ne olduğu konusunda onları ihtilâfa düşürmüş, kafalarını karıştırmış, böylece onlar, zandan başka hiçbir bilgi kırıntısına sahip olamamanın belirsizliğinde bu zamana kadar gelmişlerdir.
Bu gerçeklik Âl-i İmrân/55. âyette şöyle anlatılmaktadır: “O zaman Allah: Ey İsa! demişti, “Seni vefat ettireceğim ve Katıma yücelteceğim ve seni hakikati inkâra şartlanmış olanlar[ın arasın]dan çekip arındıracağım; sana tâbi olanları, Kıyâmet Günü, hakikati inkara şartlanmış olanların (kat kat) üstüne çıkaracağım. Sonunda hepiniz Bana döneceksiniz ve aranızda anlaşmazlığa düştüğünüz her konuda Ben hüküm vereceğim.”
Bu âyet de bir kez daha çok net bir şekilde Hz. Îsâ’nın her canlı gibi öldüğünü ve ölümünden sonra yüce Allah’ın katına yükseltildiğini açıkladıktan sonra ona tabi olanları yâni onun getirip tebliğ ettiği şirksiz, küfürsüz, arı-duru dini öğretilere sahip çıkanları Allah’ın inkârcılardan üstün tutacağını ve bunun kıyamet gününe kadar bu şekilde devâm edeceğini ifâde etmektedir. Aslında bu âyet çok dikkat edilirse Hz. Îsâ’nın çarmıh olayı sonrasındaki durumuna da bir açıklık getirmektedir. Anlaşılıyor ki; Hz. Îsâ kendisi öldürmek isteyenlerin ellerinden kurtulmuş, tebliğine gittiği bir başka bölgede devâm etmiş, orada normal bir hayat yaşamış ve daha sonrada vefat etmiştir. Bazı kaynaklar -doğrusunu Allah bilir- Hz. Îsâ’nın çarmıh olayından sonra Hindistan’a uzanan bir yolculuk yaptığını ve bir süre sonra da Keşmir’de öldüğünü ileri sürmektedirler.
Bütün buraya kadar yazdıklarımızdan anlıyoruz ki; Hz. Îsâ’yı iftira ve suçlamaları ile çarmıha gönderen Yahudiler ne kadar âyet bükücülerse, çarmıh olayı üzerinden O’nu inaçlarına bir umde/ilke olarak ekleyen Hristiyanlar da bir o kadar âyet bükücüdürler. Ama gerçek olan bir şey var ki; onu da Nisa/159. âyette Allah şöyle açıklamaktadır: “Nitekim geçmiş vahyin izleyicilerinden hiç kimse yoktur ki, ölümü anında, İsa ile ilgili hakikati kavramamış olsun; ve Kıyâmet Günü İsa, [bizzat] onlar aleyhine hakikate şahitlik yapacaktır.”  Bu âyete göre Yahudiler ve Hristiyanlar ölüm gerçeği ile karşılaştıklarında yâni bir anlamda gözlerinden perdeler kalkıp hakîkat ortaya çıktığında, işte o zaman Hz. Îsâ’nın Allah’ın bir peygamberi olduğunu anlayacaklar ama bu imanın -gerçeği öğrenmek dışında- onlara faydası olmayacaktır.
Son söz: “Eğer bir gün Yahudiler ve Hristiyanlar ölmeden önce nasip olur da mânevî idrâkleri açılır ve Pavlus’un İsâ’sı yerine Allah’ın peygamberi olan tarihsel Hz. Îsâ ile yeniden buluşurlarsa; işte o zaman yeniden iman etmenin mutluluğunu yaşayacaklar ve bu zamana kadar ısrarla sürdürdükleri yanlışlıklarından “tevbe” ederek tek gerçek Allah’a kul olmanın zevkini tadacaklardır. Kısacası; Hz. Îsâ yeniden yeryüzüne inecekse, o gelecekten değil, geçmişten gelecektir ve bağlılarına İncil’de müjdelediği Ahmed’i yeniden hatırlatacaktır:
“Ve vaktiyle Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrailoğulları! Şüphesiz, ben, Tevrat’tan geriye kalmış hakikat adına ne varsa hepsini doğrulamak ve benden sonra gelecek olan Ahmed adındaki bir elçiyi müjdelemek için size gönderilmiş olan Allah’ın elçisiyim’ dedi[ğinde de aynı şey geçerliydi.] Ama, [gelişini İsa’nın önceden haber verdiği] elçi hakikatin bütün kanıtlarıyla onlara geldiğinde: ‘Bu [doğruluğunu iddia ettiğin mesaj], göz boyayan bir büyü[den başka bir şey değil]!’ demişlerdi.”
NECMETTİN ŞAHİNLER 
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.