Tarihselcilerin karar vermek durumunda oldukları önemli bir soru var:
Kur’an vahyinin dili kime ait?
a. ) Allah’a mı?
b.) Cebrail aleyhisselam’amı?
c.) Hz. Muhammed (s.a.)’e mi?
Tarihselcilerin çoğu c şıkkını işaret etmektedirler, içlerinde Kur’an vahyinin kelime veya cümlelerini Cebraril’in Hz. Peygamber’in kalbine ilka ettiğini düşünenler de yok değildir. Kur’an Arapçasını Hz. Peygamber’e refere edenlerin dikkate almadığı bir hususvar, o da Allah’tan aldığı mesajı Hz. Peygamber’in kalbine indiren Cebrail aleyhisselamın fonksiyonudur. Oysa tartışmanın odak noktasında vahiy meleği Cebrail vardır.
“192. Gerçekten o (Kur’ân), âlemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. 193. Onu Ruhu’l-emin indirdi. 194. Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir). 195. Apaçık Arapça bir dille. 196. Ve hiç şüphesiz, o (Kur’ân), geçmişlerin kitaplarında da vardır. 197. İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (âyet) değil mi? 198. Onu Arapça bilmeyen birine indirmiş olsaydık. 199. Böylece onlara okusaydı, yine ona imân edecek değillerdi. 200. Biz onu, suçlu-günahkârların kalbine işte böyle işledik. 201. Onlar, o pek acı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.
Kur’an-ı Kerim, Allah’tan indirilmiş bir kitaptır (36/Yasin, 5). Bunda en ufak bir şüphe yoktur (2/Bakara, 2). Zira bu kitabı peygamberin kalbine indiren güvenilir-emin ruh yani Cebrail/Cibril aleyhisselâmdır (26/192-196). Kur’an-ı Kerim’de “Cebrail’e Ruhu’l Emin”, “Ruhu’l Kudüs” (2/Bakara, 87, 253; 5/Maide, 110; 16/Nahl, 102), “Şedidü’l Kuva” gibi isimler verilir. Cebrail güvenilir ruh olması hasebiyle Levh-i Mahfuz’dan almasına izin verilen bilgileri peygamberin kalbine olduğu gibi indirir. Cebrail’in Allah ile peygamber arasında kullandığı kanala başka hiçbir varlığın girmesine izin verilmez (72/Cin, 9).
“De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.”(2/Bakara, 97); Cebrail aleyhisselam, elçilere getirdiği bilgi ve haberlerde, hüküm ve mesellerde en ufak bir değişiklik yapmaz, bu açıdan güvenilirdir. Ruhu’l Kudüs’tür (16/Nahl, 102) yani kutsal ruhtur, harici hiçbir kuvvet ona kir sıçratamaz, onun kullandığı kanalları, mecraları ihlal edemez; getirdiği vahiy ile bizim nefislerimizdeki kiri temizler, ruhumuzu arındırır. Mutahhardır. Ve Şedidü’l Kuva’dır; güçlü, kuvvetli, kudret sahibidir (53/Necm, 5). Güç ve kudretini yüce Allah’tan almaktadır.
Bu kitap Arapça olarak indirilmiş olsa da, geçmiş kavimlere indirilen kitaplarda da Kur’an mesajının özü ve içerdiği ana hükümler bulunuyordu. Miladi 610’da başlayarak son anına kadar Allah’tan peygambere vahyi getiren Cebrail, önceki peygamberlere de vahyi kendisi getirmişti. Bunu hakikate derin saygısı olan Kitap ehli bilginleri teyit eder. Rivayete göre Kur’an’ın bazı ayetlerini Medineli Yahudi bilginlerine gösteren Mekkeliler, bunun dini değerini sormuşlardır. Onlar da benzer ifadelerin kitaplarında yer aldığını teyit etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim, Allah’ın birliği, ahiret, nübüvvet gibi inanç esasları; peygamber kıssaları, ana şer’i hükümler (helal ve haramlar), mebde’ ve mead’a ilişkin hatırlatmalar bakımından kendisinden önceki kitapların ihtiva ettikleriyle aynıdır, nihayet peygamberlere indirilen kitap ve sahifelerin tümü aynı kaynaktan fışkırmışlardır. Mekkeliler, Yahudi bilginlerinden söz konusu teyidi almalarına rağmen inkârda inat etmeye devam ettiler. Oysa Kur’an vahyiyle karşılaşan bazı Yahudi bilginleri iman bile etmişti (29/Ankebut, 47)
Belli bir hikmete binaen Hz. Peygamber (s.a.) Arapların içinde yaşadığı ve Arapça konuştuğu için son ilahi mesaj bu dille indirilmiştir. Diyelim ki Türkçe, İngilizce, Farsça ve Kürtçe indirilseydi, inkarcılar yine inanmayacaklardı, bu sefer ki bahaneleri şu olacaktı: Biz bu dili bilmiyoruz. 198. ayette geçen “a’cemi” Arap olmayanlara denir. Araplar Arapça konuşmayanlara sözü güzel anlamayan veya meramını tam olarak ifade edemeyenlere a’cemi der, Türkçe’de kullandığımız “acemi (toy, deneyimsiz)” de buradan gelir. Genellikle karşılaştıkları yabancıların dilini bilmeyenler, küçümseyici mahiyette sıfatlar kullanırlar; Yunanlılar da Atinalı olmayanlara bilmedikleri dillerinden dolayı “barbar” der, onları site için tehdit sayarlardı. (Kur’an’ın Arapça indirilmesiyle ilgili hikmet için bkz. 12/Yusuf, 2; 13/Ra’d, 37 ve 39/Zümer, 28). İnanmayanlar Kur’an’ın Arapça indirilmiş olmasını bile inkârları için bir bahane olarak kullandılar, çünkü onlara göre Hz. Muhammed (s.a.) zaten Arapça konuşuyordu, dolayısıyla bu kitabı kendisi uydurmuş olmalıydı (11/Hud, 13; 16/Nahl, 103).
Aslında inkarcılar Kur’an’ı anlıyorlar, kendilerinden neyi talep ettiklerini biliyorlardı. Mesaj kalplerine işlemiş bulunmaktadır yani onu idrak etmektedirler. Ancak suçlu-günahkâr (mücrim) olduklarından, başka deyişle nefislerinin istek ve tutkularından (heva), kibir ve gururlarından, zararlı alışkanlıklarından, yanlış hayat tarzlarından, zulüm ve isyanlarından, gözlerini ve vicdanlarını kör eden asabiyetlerinden vazgeçemedikleri için ona sırtlarını dönüyorlardı. (46/Ahkaf, 10.) Bu dün için öyle olduğu gibi bugün için de öyledir.
Başka bir deyişle yüce Allah konuşursa hangi dili kullanır? Tarihte bir kere Musa aleyhisselamla konuştuğunu düşünürsek, Hz. Musa ile Aramice konuşmuş olmalı. Diller O’nun varlığının delilleri olduğuna göre, beşerin konuştuğu bütün dilleri bilir. Kelamcılara göre dili Kelam-ı nefsi ve Kelam-ı lafzi olmak üzere ikiye ayırmalı. Allah için Kelam-ı nefsi sıfatını kullanabiliriz; Kur’an-ı Kerim anlamı itibariyle yüce Allah’ın Kelam-ı nefsi’sidir, anlamı taşıyan lafızlar Cebrail’e aittir. Şu ayete rikkatlice bakalım:
“İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler?” (45/Casiye, 6. Ayrıca bkz. 3/Al-i İmran, 108)
Bu ayetlerde Cebrail, Hz. Peygamber’e hak, gerçek olarak ayetleri (bilgi ve haberleri, hüküm ve öğütleri) tilavet ettiğini söylüyor. Yani Hz. Peygamber’le yüce Allah değil, Cebrail konuşuyor. Bu demektir ki, Kelam-ı nefsi’den aldığı anlamları Kelam-ı lafzi’ye çeviren Cebrail’dir. Cebrail kendinden hiçbir beşere herhangi bir mesaj getirmez, böyle bir yetkiye sahip değildir. Başka bir deyişle Kur’an vahyi Cebrail’in Arapçasıdır. Cebrail insan gibi antropolojik olarak belli bir tarihsel durum veya toplumsal şartlar altında konuşan bir varlık olmadığından –antropoloji beşeri/insani bir edimdir, meleklerin böyle edimleri yoktur-, onun dili de antropoljik değildir, Cebrail’in görevi antropolojinin kelimelerini seçerek vahyi Pygamber’in kalbine taşımaktan ibarettir.
Benim cevabım “Hayır”dır. Kelimeler Cebrail’den önce antropolojik damgayı üzerlerinde taşırlarken, Cebrail’den sonra antropolojiyi aşan, değiştiren ve dönüştüren ilahi bir mertebede yeniden inşa edilmişlerdir. Çünkü her ne kadar vahiy Arapça kelimeleri kullanmışsa da, kelimelerde, özellikle kavramsallaştırdığı anahtar terimleri belirgin kılmak üzere dile semantik müdahalede bulunmuş, yani kelimelerin şeklini korurken iç anlamlarını, muhtevalarını değiştirmiştir. Mesela vahiyden önce Araplar için “hidayet” çölde seyahat eden tüccarın devesinin doğru güzergah takip etmesi iken, vahiyden sonra hidayet Allah’ın çizdiği anlam ve yol haritasının anahtar terimi olmuştur; “dalalet” fırıtınadan sonra devenin çölde yolunu şaşırıp kabetmesi iken, İslami hüküm ve değerlerden çıkıp sapkın olmanın terimi olmuştur.
Şu halde Arapların Arapçasından alınan kelimeler, içlerini değiştirip dönüştüren vahiydir. Anlam, öğütler, bilgi ve haberler, değerlerin tümü Allah’a aittir; Cebrail sadece taşıyıcıdır, Arapça kelimeleri kullanıp vahyi Hz. Peygamber’in kalbine taşımıştır. Bu iş mutahhar/temiz, güvenilir/emin, güç sahibi bir elçi yani Cebrail’e değil de Hz. Peygamber’e bırakılsaydı, o kendi kültürünün etkisinde yanlışlar yapabilirdi, ama Cebrail’in böyle bir yanlışlık yapması düşünülemez. Nitekim Kur’an Arapçası ile Hz. Peygamber’in kendine özgü Arapaçası arasındaki farkı ayetler ile hadisler arasındaki farktan kolayca ayırtedebiliyoruz. Eğer Kur’an dili Hz. Peygamber’in Arapçası olsaydı, ayetler ile hadisler arasında söz konusu fark olmazdı. Yine eğer Cebrail, herhangi bir müdahalede bulunmayıp da kelimeleri olduğu gibi bıraksaydı o zaman vahiy “Arapların Arapçası” olacaktı. Oysa Cebrail yaptığı semantik müdahale ile “Kur’an Arapçası”nı Hz. Peygamber’e indirmiştir.
Bu açıdan Kur’an dili tarihsel değildir; bazı hükümleri belli durumlarda Hz. Ömer’in yaptığı gibi “askı”ya alınabilir ama ebediyyen neshedilemez, tarihe gömülemez. Askıda olan hüküm, illet geri geldiğinde kendisi de geri gelir.
ÖNEMLİ NOT: Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Mir’at Haberin bu konudaki görüşlerini yansıtmayabilir. Farklı görüşleri de yayınlayabiliriz.
METİN GÖÇMEN