islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Salı Az Bulutlu
18°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C

İKTİSADÎ HAYAT KUR’AN VE MÜSLÜMANLAR

İKTİSADÎ HAYAT KUR’AN VE MÜSLÜMANLAR

İnsan, giyinmek, beslenmek ve barınmak zorunda olan bir varlıktır. Ancak insanoğlu,  bu ihtiyaçlarını her zaman ta­biatta hazır halde bulamaz, dolayısıyla da çalış­mak, üretmek ve ürettiği şeyleri de pazarlamak zorundadır. Bu sebeple in­sanoğlunun, toplum halinde yaşamaya başladığı andan itibaren aralarında iş bölümü yaptığı da bilinmektedir. Nitekim Kur’an’ın verdiği bir bilgiden ilk insan­ların hayvancılık ve tarımla uğraştıklarını anlıyoruz.

İktisâdi doktrinler tarihinde de görüleceği üzere, ekonomik gelişme, çeşitli merhalelerden geçerek 19. yüzyılın ikinci yansı­na kadar gelmiş ve bu tarihten sonra meydana gelen sanayi inkılâ­bı ile birlikte iktisadî anlayış, insan hayatının önüne geçmiş ve bir takım sistemlerin doğmasına da sebep olmuştur. Böylece insanoğlu, bir taraftan eski ekonomik yapıyı devam ettirirken,  diğer taraftan da yeni bir yapının kapılarını sonuna kadar aralamış; daha açık bir ifâde ile tarım toplumundan sanayi toplumuna bir geçiş yapmıştır.  Ancak bu geçişin süresi ve sancıları her toplumda aynı şekilde ve aynı ölçüde olmamıştır.  Nitekim insanların içtimaî hayatını büyük ölçüde değiştiren bu iktisadî yapı, ekonomide ferdî hürriyetin sınırsızlığını ifâde eden Liberalizm’i doğurmuş, daha sonra da Kapitalizm’e dönüşmüştür[1]. Bu ekonomik yapı sayesinde toplumları sömürerek zenginleşen Batı, sanayisini kurmuş; insanların ihtiyacı olan veya ihtiyaç haline getirilen malları üretmeye ve pazarlamaya başlamıştır. Buna karşılık bilgi ve teknoloji üretemeyen ve bu nedenle de sanayileşemeyen toplumlar, çaresizlik içinde Batı’nın teknolojisini ve sistemlerini almak zorunda kalmışlardır.

Kökü çok eskilere dayanmak­la birlikte aşırı devletçiliği temsil eden komünizm ise, Karl Marx tarafından kapitalizme bir alternatif olarak sistemleştirilmiş, onun ılımlı şekli olan sosyalizm ile birlikte insanları iktisadî yönden etkileyen alternatif bir sistem olmuştur.  1917 Rus ihtilâli ile birlikte hayata geçirilen Komünizm, üretim araçlarında ve taşınmaz mallarda devletçiliği getirmiş, daha sonra da  bu iki sistemin birleştirilmesinden karma ekonomi sistemi doğmuştur. Her sistemin de kendine özgü bir yapısı ve dayandığı temel ilkeleri; beğenilen ve beğenilmeyen yönleri olmuştur.[2]

İnsanlara her alanda kılavuzluk eden Kur’an’da da iktisadî konulara yer verildiği bilinmektedir. Bu kuralların ise onda,  diğer iktisadî sistemlerde olduğu gibi, ekonomiyi insan hayatının önüne geçiren bir anlayışla değil,  insan hayatının bütünlüğü içinde olması gereken bir konumda ve düzeyde ele alındığı; ibâdet ve ahlâk kuralları ile birlikte zikredildiği, dolayısıyla  din ile  alakası olmayan kazancın ve  elde edilen  servetlerin, kötü  olarak nitelendirildiği görülmektedir. Daha açık bir ifade ile iktisadî kurallar onda, ibâdet ve ahlâkî kurallar ile iç içe ve bir bütünlük içinde sunulmuştur. Nitekim toplum hayatında sosyal adaleti sağlamak için emredilen zekâtın [3] ibâdetle; gasp, çalma, vurgunculuk, ihtikâr, aldatma ve malı fâhiş fiyata satma vs. gibi davranışların ise ahlâkla irtibatlandırıldığı  ve  buna bağlı olarak bu ilkeleri ko­rumak için  de caydırıcı ve düzenleyici hukuk kurallarının  getirildiği   anlaşılmaktadır.

Bir diğer bir ifade ile Kur’an’da mal ve mülkün gerçek sahibi­nin Allah, intifa hakkının ise insana ait olduğu[4],  fakat bu hakkı  insanın dilediği gibi kullanamayacağı [5]; ihtiyaç fazlası malı olan her mü’mine zekâtın farz kılındığı[6]; sadakanın ve karz-ı hasenin teşvik edildiği[7]; faizin yasaklandığı ve buna karşılık ticaretin ise  serbest bırakıldığı[8]  ifade edilmektedir.  Bu nedenle İslâm’ın ilk yıllarında  iktisadî konular, imânla alâkalı görülmediği için kelâmın; doğrudan ahlâkla ilgili görülmediği için de tasavvufun konuları arasına dâhil edilmemiş; en uygun bilim dalı olarak fıkhın konuları ara­sında yer almış, bu nedenle de ekonomik konulara bir hukuk­çu mantığı ile bakılmış ve çözümler aranmıştır.  Hiç şüphesiz bunda, helâl ve haram kavramlarının rolü  de  çok büyük olmuştur. Çünkü iktisadî olayın en açık şekilde ifâde edildiği bir âyette, faizin haram, alış-verişin ise helâl olduğu açıklanmış;[9]  devlet gelirlerinin bir kısmını teşkil eden ganimetlerin ise Allah ve Resûlü ile irtibatlandırılmıştır.[10]

Bununla birlikte bu konuda müstakil kitapların  yazıldığı da bilinmektedir. Mesela İmam A’zam’ın talebesi İmam Ebû Yusuf’un, Harun Reşid için yazdığı “Kitâbu’l-Haraç” adlı eseri buna bir örnektir.[11] Bu ve benzeri eserlerin ya­nında tarihî ve siyasî mahiyette olan  bazı eserlerde de iktisadî konularla ilgili bilgilerin yer aldığı da bilinen bir husustur. Bu konuda Hz. Osman döneminde Şam Valisi Muâviye ile Ebu Zer el-Gıfârî arasında  yaşanan bir tartışma, ele alınan iktisadî konunun mahiyeti  hakkında  kısmen de olsa bize  bir  fikir  vermektedir.

Ebu Zer,“Ey îmân edenler hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah yo­lundan engeller. Altın ve gümüş yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlara hemen acıklı azabı müjdele”[12] âyetini  yorumlarken, bu âyetin hem Yahudileri, hem Hristiyanları hem de Müslümanları kapsadığını ifade eder. Muaviye ise  bu görüşe  karşı çıkarak  söz konusu bu âyetin, Ehl-i Kitab’a ait olduğunu söyler. Tartışma uzayınca Muaviye, Ebû Zer’i zenginliğe karşı çıkmak ve halk arasında fesat çıkartmakla itham ederek  Hz. Osman’a  gönderir.  Hz. Osman da onu hesaba çe­kerek “Ey Ebu Zer, mal Allah’ın malıdır, zenginin malıdır, demen gerekmez. Ben insanları mal kazanmaya teşvik ediyorum. Çalış­maya, iktisat etmeye çağırıyorum ve onları zâhidlikten menedi­yorum” [13]  diyerek bu konudaki görüşünü  ifade eder.   O günden bugüne  İslâm aleminde  Ebû Zer, zühd anlayışının; Hz. Osman ise zenginlik taraftarlarının sembol kişisi olarak bilinir. Tefsir kitaplarında da iktisadî hayatın ibâdet ve ahlakla olan yönlerini açıklayan  bilgiler mevcuttur. Özellikle zekât, sadaka ve ganimetlerle ilgili âyetler ele alınıp yorumlanırken  bu konulara da  temas edildiği;  iktisadî hayatın ibâdet ve ahlakla olan yönlerini açıklayan  bilgilere  yer verildiği görülür

Ne zamanki kapitalist sitem, İslam ülkelerini ve toplumunu derinden etkilemeye başlamış, işte o zaman bunun farkında olan bazı bilim insanları ve düşünürler,  iktisadî konulara yönelme ve mevcut sorunlara çözüm arama faaliyetlerine girişmişlerdir. Bu da iktisadî açıdan Kur’an’a yönelme faaliyetlerine yeni  bir  ivme  kazandırmıştır.  Dolayısıyla iktisadî açıdan Kur’ân’a yönelenler ve bu alanda eser yazanlar, yaşadıkları ülkenin siyasî ve ekonomik durumuna ve problemlerine göre bu iki sistemden birine meyletme ve bu iki sistemin ana ilkeleri ile İslâm’ı uzlaştırma anlayışları içinde olmuşlardır. Nitekim bazı Müslüman aydınlar, İslâm’la Liberalizmi uzlaştırma çabasına girerken; bazı aydınlar da İslâm’la Sosyalizmi uzlaştırma çabasında olmuşlar ve İslâm Sosyalizmi gibi adlarla eserler yazmışlardır. Liberal eğilimliler, ferdiyetçiliği ve ferdî teşebbü­sü esas alırken, sosyalizm eğilimlileri ise devletçi anlayışı benimsemişlerdir.  Mesela, Mustafa es-Sibâî bunlardan biridir ve İslam- sosyalizm ilişkisine dair yazdığı yazılar, belli çevrelerde ilgiyle karşılanmıştır. Kaddafi ise yazdığı  “Yeşil Kitap” ta Marksizm ve kapitalizmi ret ederken İslam sosyalizmini savunmuş ve bunun da üçüncü bir yol olduğu görüşünü ileri sürmüştür.  Ne var ki onun bu görüşleri, altı dolu ve sistematik olmadığı için sadece bir iddiadan ibaret kalmış ve etkisi de  kısa süreli olmuştur. Ülkemizde de “Adil Düzen” ismiyle sunulan teori de benzer bir akıbete uğramaktan  kendini kurtulamamış, zihinlerde sadece bir slogan olarak kalmıştır.

Neticede İslam adına üretilen bu teorilerden hiç biri, kapitalizm ve komünizme karşı bir “İslâm iktisat sistemi” oluşturamamış; iyi niyetli çabalardan öte bir anlam ifade edemeyen görüş ve düşünceler olarak zihinlerde yer almıştır. Dolayısıyla bugün ekonomisi, bilim,  teknoloji ve değer üreten, bu nedenle de dünya ihracat sıralamasında ilk ona giren bir İslam ülkesi bulunmamaktadır. Bu nedenle bu ülkelerden hiç biri, bırakınız dünya ülkelerindeki yoksulluğa çare olmayı, kendi ülkelerindeki yoksulluğa bile yeterince çare olamamaktadır. Bunda da sadece az gelişmişliğin değil, aynı zamanda zengin Müslümanların gereği gibi zekat vermeyişlerinin de  bir payı vardır. Nitekim ülkemizde 50 milyar dolar civarında zekat verme potansiyelinin bulunduğu, fakat bu potansiyelin yeterince kullanılmadığı/ kullanılamadığı yönünde verilen bir çalıştay bilgisi de bu durumu gözler önüne sermektedir.[14]   Faizin ise başlı başına ciddî bir sorundur ve dağ başındaki çoban da  bunun farkındadır. Bu sorunları çözmek için iktisatçıların elinde, inananların da onaylayabileceği bir formül yoktur. Buna rağmen  bu sorunların çözümsüz kalmaması, mutlaka bir çözüm yolunun bulunması  da gerekiyor. Bunun için de iktisadcı ve din adamı ayırımı yapılmadan bilim insanlarının bir araya gelerek söz konusu sorunlara çözüm aramalarının, gelecek için en azından  bir umut ışığı olabileceğini  düşünüyorum.

Prof. Dr. Celal Kırca

 

[1] Ebu’l A’la el-Mevdûdî, Usûlu’l-İktisâd, Beyne’l-İslâm ven’ Nuzûmi’l-Muâsıra, Arapçaya Ter. M. Asım el-Haddad, Lübnan 1967,20-57.

[2] Hans Frayer, İctimaî Nazariyeler Tarihi, Ter. Tâhir Çağatay, Ankara 1977, 78- 90; David Spitz, Antidemokratik Düşünce Şekilleri, Ter. Şiar Yalçın, İstanbul 1969, 44-68; Joseph A. Schum Peters, Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, Ter. Rasim Tınaz, İstanbul 1967, 16-120; Cihan Dura, Bilgi Toplumu, Ankara 1990, 4-39.

[3] Bakara 2/83; Tevbe,9/5.

[4] Mâide, 5/17; Hûd, 11/61; Fâtır 35/39; Bakara 2/247; Nûr, 24/33, Nisâ, 4/2.

[5] Mâide 5/18; Bakara, 2/17; A’raf 7/31; Tâhâ, 20/81; Furkân 25/67; İsrâ, 17/29.

[6] Bakara, 2/83.

[7] Bakara, 2/3, 177-195.

[8] Nisâ, 4/29; Bakara 2/275, 278, 279.

[9] Bakara, 2/275.

[10] Enfal, 8/1-41.

[11] Ebû Yusuf, Kitâbu’l-Haraç, Kahire 1396. 3-255, bu eser, Ali Özek tarafından tercüme edilerek İstanbul 1970’de İ.Ü. İktisat Fakültesi tarafından neşredilmiştir.

[12]Tevbe,9/34.

[13] Ahmet Akbulut, Sahabe Devri Siyasî Hadiselerinin Kelamî  Problemlere Etkileri, İstanbul 1992, S. 172-173.  (Bu makale, Celal Kırca, Kur’an’a Yönelişeler, Ankara 2021, s.255-263’den özetlenmiştir.)

[14] Mynet.com 23 Aralık 2018.(finans mynet.com)

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.