islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5317
EURO
34,8626
ALTIN
2.441,40
BIST
9.716,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Medine Sözleşmesi Anayasal Sosyal Devletin İlk Temel Taşıdır

Medine Sözleşmesi Anayasal Sosyal Devletin İlk Temel Taşıdır

Ali Bulaç’ın “Medine Sözleşmesi” Kitabı Çıktı

Ünlü sosyolog ve ilahiyatçı Ali Bulaç’ın en son eseri “Medine Sözleşmesi” kitabı Çıra Yayınları tarafından neşredildi. Ali Bulaç’a göre “Medine Sözleşmesi, Kur’ân ve Hz. Peygamber’in sünnet ve suretinde şekillenen mucizevî işlerinden birisidir. Tarihî tatbikat ve bugünden sorunları farklı okunduğunda, İslâm dünyasındaki çatışmalara ve küresel düzeyde sürüp giden insanî ve sosyo politik krizlere bir çözüm arayışıdır.”

Medine Sözleşmesi Anayasal Sosyal Devletin İlk Temel Taşıdır

Hicretin gerçekleştiği dönemde Medine toplumu, multi-kültürel bir sosyal yapıya sahip idi. Burada yerli ve göçmen Müslümanların yanında çok sayıda putperest Araplar, Yahudiler ve az sayıda Hıristiyan da yaşamaktaydı. Hz. Peygamber (sav), Medine’nin demografik yapısını belirleyebilmek için, hicretten hemen sonra nüfus sayımı yaptırmıştır. Araştırmacılara göre Medine’de yaklaşık olarak 1.500 Müslüman, 4.000 Arap müşrik ve 4.500 civarında Yahudi yaşamaktaydı. Dolayısıyla Medine’nin toplam nüfusu 10.000 civarındaydı. Medine’de yaşayan Müslüman nüfusun bu dönemde Medine toplam nüfusunun yaklaşık yedide birini ancak oluşturduğu tahmin edilmektedir.

Ne var ki Medine’de aralarında barışı ve güvenliği tesis edecek bir idarî sistem oluşturulamadığı için, hem aynı inancı paylaşan kabileler arasında kardeş savaşları, hem de değişik dinlere mensup kişiler arası kan davaları olurdu. Hicretten önce Medine, anarşik ve kaotik bir yapıya sahipti, hemen herkes birbiriyle kavgalı veya savaş halinde idi.

Hz. Peygamber (sav), Medine’de herkesin güven içinde yaşayabileceği âdil bir idarî model oluşturmak maksadıyla Medine’deki dinî ve etnik grupların reisleriyle bir araya gelerek, onlara ortak bir belediye teşkilatının kurulmasının faydalarından bahsetti. Emniyetsizlik içinde huzursuz bir bölgede yaşamanın getirdiği çaresizliğin karşısında Hz. Peygamberin (sav) bu teklifi, önde gelen cemaat liderlerine cazip geldi. Sonuçta Medine’de tarihinde ve belki de dünyada ilk kez Hz. Peygamberin (sav) başkanlığında idarecilerin ve idare edilenlerin hak ve görevlerinin yazılı olarak belirlendiği bir şehir devletinin temeli atıldı.

Devletleşme sürecinde Müslümanların birliğini sağlayan Akabe biatleri ile Ensar-Muhacir kardeşlik anlaşmasından sonra Medine’de yaşayan her bir insana eşit vatandaşlık statüsünü ve hakkını kazandıran bir üst sözleşme daha eklenmiş oldu. Devletin şeklini ve idarî biçimini belirleyen ve 47 maddeden oluşan bu yazılı metin, hukuk tarihi açısından konfederatif anayasal devletin ilk örneklerinden kabul edilmektedir. Medine Sözleşmesinin veya Vesikasının ilk 23 maddesi, daha çok Müslümanlarla, 24-47 arası maddeler ise ağırlıklı olarak Medine’de yerleşik olan diğer kabilelerle ilgilidir.

Medine vesikası, bu hâliyle Medine’de yaşayan Müslüman topluluk ile gayri-Müslim Arap ve Yahudi kabilelerinin bir konfederasyon çatısı altında birlikte barış içinde yaşamalarını sağlayan bir siyasî uzlaşma metni idi. Her bir federasyon (etnik-dinî grup), bu siyasî birlik içinde kendi özerkliğini koruyabilme hakkına kavuşmuştu. Bu temel yasanın içeriğine dair özelliklerini maddeler halinde kısaca tanıyalım:

  1. Devletin İlanı: Yeni ve müstakil bir devletin kuruluşunun bütün dünyaya ilan edilmesi. Buna göre Medine site devletinin vatandaşları, Müslümanlardan ve diğer gayri-Müslimlerden oluşmaktadır.
  2. Devletin Başı: Hz. Peygamber’in (sav) kurulan yeni devletin başına başkan olarak seçilmesi (m. 1). Buna göre devlet başkanı olan Hz. Muhammed (sav), hem idarî, hem de adlî yönden bütün federasyonların başındaki en yetkili isimdir. Resulullah (sav), en son yargı merci (mm. 23, 42) ve ordu kumandanıdır (m. 36). Buna göre adaletin icrası, fertlerden alınıp merkeze verilmiştir. Hz. Muhammed (sav), bütün federatif üyeler tarafından sadece devletin başı olarak değil aynı zamanda Allah’ın elçisi olarak da kabul edilmektedir (mm. 42, 47). Dolayısıyla tevhit dinine bağlı bir (İslâm) devlet modeli, bütün kurucu üyeler tarafından kabul görmüştür.
  3. Devletin Millî Güvenliği: Medine çevresi haram bölgesi olarak belirlenir. Her bir cemaat, kendi bölgesinden sorumludur. Antlaşmaya dâhil olan herkes, Medine içerisinde ve dışarısında güvendedir. Medine şehir devletinin dış saldırılara karşı gönüllülerden oluşan müşterek bir savunma sisteminin oluşturulması esastır. Savunma sorumluluğu, Medine’nin yerli ve göçmen Müslümanları ile Medine’de yaşayan diğer grupların üyelerine aittir.
  4. Özerk Federatif Yapılar ve Sosyal Yardımlaşma: Her bir federatif unsur, kendi içinde bağımsızdır. Dolayısıyla gayrimüslimler, idarî ve adlî yönden özerktir. Diyet, kurtuluş fidyesi, savaş masrafları gibi sosyal, hukukî, malî ve askerî konular, her federatif üye tarafından kendi bünyesinde çözülür (mm. 3-12, 37, 38). Müslümanlar, 12. maddeye göre, birbirleriyle sosyal dayanışma içinde bulunur. Bunun ötesinde kendi aralarında fidye ve diyeti makul ölçülere göre öderler.
  5. Çoklu Hukuk Sistemi: Her toplum, yargı görevini kendi hukuk sistemi içinde bağımsız olarak yürütür. Ancak farklı dinî ve etnik cemaatlere mensup kişiler arasında bir anlaşmazlık gibi hukukî bir sorun yaşandığında son yargı merci federal devletin başkanı Hz. Muhammed (sav) olacaktır (mm. 23, 42).
  6. Federasyonların Sosyal Hukuka Bağlılığı: Kan diyeti ve kurtuluş fidyesi gibi meselelerde sosyal yardımlaşma esastır ve eşitlik ilkesi geçerlidir. Adalet ilkesi gereği mazluma yardım edilir ve suçlular hiçbir surette korunmaz. Bu vesika hükümleri zulmedenleri ve suç işleyenleri cezalandırmaya engel olarak yorumlanamaz. Devlet bünyesinde oluşturulan federasyonlar ve bu federasyonlara mensup fertler, haksızlığa karşı gerekli tedbirleri alır ve haksızlıkta bulunanların yanında yer almaz (mm. 13, 21).
  7. Halkın Din ve İbadet Özgürlüğü: Devlet, Müslümanların ve diğer inanç gruplarının dinî hürriyetlerine müdahale etmez. Her bir dinî grup, bir ümmettir. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri de kendilerinedir (m. 25).
  8. Olağanüstü Kamusal Giderlerin Ortaklaşa Paylaşılması: Hz. Peygamber (sav), Medine’ye hicretinde hazırladığı kurucu yasada kamusal gelir ve giderlere de yer vermişti. Buna göre, kabileler kendi içlerinde bazı ödemelere iştirak edeceklerdi. Ayrıca yasanın 24, 37 ve 38. maddelerinde Müslim ve gayri-Müslimlerin birlikte giriştikleri savaşlarda masraflara eşit bir şekilde iştirak edecekleri belirtilmektedir.

Elhâsıl

Toplumsal uzlaşma ve ortak akıl sayesinde ortaya çakan Medine vesikası, şüphesiz anayasal sosyal hukukun oluşumu ve gelişimi açısından sadece bir başlangıçtır. Medine vesikası, hangi ırk ve hangi milletten olursa olsun millî güvenlik içinde barışçı bir şekilde birlikte yaşama modeli ekseninde bütün vatandaşlarına din ve vicdan özgürlüğü, sosyal hayata katılım, hür teşebbüs ve mülk edinme hakkı vermektedir.

Bundan sonra miras, ticaret (faiz yasağı) ve sadaka (zekât) ile ilgili âyetlerin gelmesiyle birlikte, İslâm devletinin sosyo-ekonomik ilkelerinin genel çerçevesi daha belirgin hâle gelmiş ve tarihte ilk kez vahiy kaynaklarıyla şekillenen bir sosyal devlet modeli ortaya çıkmıştır. İşte Ali Bulaç’ın kaleme aldığı “Medine Sözleşmesi” kitabı, dünyamızın yeniden bir şekillenme sürecine girdiği bu dönemde önem arz etmektedir.

Prof. Dr. Ali SEYYAR