islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3702
EURO
34,7254
ALTIN
2.392,78
BIST
10.208,65
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Az Bulutlu
Cuma Yağmurlu
15°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Açık
21°C

SEYAHAT AYETLERİ BİZE NE MESAJ VERİYOR? 

SEYAHAT AYETLERİ BİZE NE MESAJ VERİYOR? 
5 Ağustos 2023 09:29
A+
A-

Kur’ân, insanlara tek  bir Allah’a inanmalarını sağlayacak bilgiler verir;  kainatı ve içindekileri  de  O’nun varlığına bir  delil  olarak sunar. Bu deliller, bakan ve gören göze göre, bazen bir çiçekte, bazen bir kuşta, bazen bir geze­gende ve bazen de yıkık bir harabededir.  Nitekim bazı insanların  veya toplumların, bu delillerden birini veya bir  kaçını, diğer fert veya toplumlardan daha önce an­lama, imkan  ve kabiliyetine  sahip oldukları ve  farklı metotlar  geliştirdikleri  görülmektedir. Bunlardan biri de, gezmek ve ge­zerek yeryüzünü temaşa etmektir.  Bu konuda  Kur’ân şöyle der:

“Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah yaratmayı ilkin  nasıl başlatmıştır, inceleyip araştırın. Sonra da O, sizi (öldükten sonra) yeniden diriltecektir. Çünkü Allah’ın her şeye gücü yeter”[1]

Bu âyet, Allah’ın kudret ve azametini ve yeryüzündeki hayatın ilk başlangıcını, gözlem metodu ile öğ­renmemizi ve bilmemizi isterken, bir taraftan da yer­yüzünü gezip dolaşmamızı istemektedir. Bilgi elde et­me yollarından biri de, şüphesiz gözlem metodudur. Görerek ve deneyerek öğrenmedir. Kur’ân-ı Kerim de bu amaçla seyâhat edilmesini açıkça em­retmektedir.  Sıhhati tartışmalı olmakla birlikte  Hz. Peygamber’in de “Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz” [2]     dediği nakledilmekte;  dolayısıyla seyâhatin, insan  psikolojisi üzerinde  derin etkilerinin  bulunduğu bilinmektedir.  Bunun da sebebi,  seyâhatte  bir hareketin var oluşudur.  Nitekim Alfert Adler, bu konuda  şöyle der: “Ruh ile serbest hareket arasında sı­kı bir bağ vardır. Sabit, bir yere bağlı organizmalarda ruh hayatı yoktur: Hareketle ruh hayatı arasında bir bağlılık olduğuna göre ruhta meydana gelecek gelişme­ler, organizmanın serbest hareketliliğine bağlı bulun­maktadır: Çünkü bu hareketlilik, uyarıcı bir unsur ol­maktadır.” [3]

Kur’ân-ı Kerim seyahati emrederken,  bu hareketliliğin uyarıcı etkisinden istifade ederek, in­sanları  gözlem yapmaya davet  eder ve şöyle der:

“Gökte ve yerde olan şeylere bakın.”[4]

“Başlarının üstündeki göğe bakmazlar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve nasıl tezyîn eyledik”[5]

“Allah’ın yarattığı şeylere bakmazlar mı?” [6]

“Onlar deveye bakmazlar mı ki, nasıl yaratılmış­tır?”[7]

Seyahat esnasında insan, gökyüzüne, yeryüzüne, yeryüzündeki tabiî güzelliklere, hayvanlara, bitki örtü­süne, akan suya, çağlayan ırmağa ve yıkık bir harabe­ye bakacak, duyguları incelenecek, yumuşayacak, zihni durmayacak, çalışacak ve bunların kendiliğin­den olmadığını mutlaka bir yaratıcısı bulunduğunu an­layacak ve neticede iman edecektir.

İnsan ruhu, bir şe­kilde dışarıdan kendisini destekleyen mes’elelerle kar­şı karşıya bulunur. Bütün bu meseleler, sosyal hayat mantığına sıkı sıkıya bağlıdır. Ferde sürekli olarak et­ki yapan ve belli ölçülerde onun etkileri altında kalan şartlardan en önemlisi sosyal hayat mantığıdır. [8] Sos­yal hayat mantığının oluşmasında da dış çevrenin ve özellikle seyâhatlerin büyük etkisi vardır. Seyâhatler esnasında, yolcunun algılayacağı şeylerle birlikte dış çevrenin kendisine yapacağı baskılar, o kişiyi hidâyete erdirebilir.

Bugün yetersiz eğitim şartları içinde gerçek insan bilgisini, “pişman günahkarlar” tipinde görmekteyiz. Böyle bir kişi, hayatın bütün aksayan taraflarını yaşa­mış ve kendisini bu durumdan kurtarmıştır, ya da çok yaklaşmıştır[9]. Zira  mutlak hakikate, çok yavaş bir şekilde  kendi kusurlarımızı gördükten sonra yaklaşırız.[10] Aynı şekil­de başkalarının yanlışlarını ve hatalarını gördükten sonra da insan, hakikate yaklaşabilmektedir. Bu amaca insanları ulaştırmak için Cenâb-ı Hak, şu çağrıda bulu­nur:

”Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonlarının ne olduğunu görsünler.”[11]

“Nice kasabaların halkını haksızlık yaparken yok ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları metruk, sarayları bomboş kalmıştır. Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, orada akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir.”[12]

”Ey Muhammed de ki, yeryüzünde dolaşın da ön­cekilerden çoğu putperest olanların sonunun nasıl ol­duğuna bir bakın.” [13]

“Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce ve kendi­lerinden daha kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmedin mi? Allah onları suçlarıyla yakalamıştır.”[14]

Şayet insan, Allah’ı bırakıp da kendi gücünün çok üstünde olan ve ümitlerini gerçekleştirmede bel bağla­dığı yahut şu veya bu şekilde faydalandığı tabiat güç­lerini ve kişileri (lider, kahraman, şarkıcı, sporcu, ar­tist vb. gibi) kutsallaştırır, hattâ tanrılaştırırsa,[15] başına gelecek felâket de, elbette yok olma olacaktır. İşte Kur’ân-ı Kerim, insanlardan yeryüzünü gezip dolaşma­larını ve inkâr ederek veya azarak yok edilen kavimlerin ve toplumların acıklı sonlarını görmelerini ve ibret almalarını bunun için istemektedir. Kur’ân-ı Kerim, eski çağlarda insanların günlük denemelerini ve tecrü­belerini ilgilendiren her şeyi, kutsallaştırdığını ve bu yüzden de helâk edildiklerini bize haber vermektedir. Hatta haber vermekle kalmayıp, insanlardan bizzat gi­dip onların acıklı sonlarını görmelerini istemektedir. Kur’ân’ın bundan amacı, insanın görerek ibret alması ve hidayete ermesidir.

Bu çeşit seyâhatlerde insanların düşünce ufukları genişlemekte ve hakikate daha kolay ulaşabilmektedir, insanlığın her hangi bir nesli, beşeriyet ağacından ayrı düşünülemez. Her nesil insanlık ağacının mahkûm ol­duğu kanunlara bağlıdır. Binaenaleyh daha önceden suçluların başına gelenler, daha sonra gelenlerin de başına gelebilir. Zira tabiî kanunlar, değişmez ve geri durmaz. Yeryüzünde gezip dolaşmakla insanlar, ibret unsuru ihtivâ eden durumları, halleri ve örnekleri gö­rürler. Böylece aydınlık ufukların pencereleri açılır.

Kur’ân-ı Kerim, yine insanları, değişmez kanunla­rı araştırmaya, kanunların oluşumunu ve gelişimini düşünmeye ve böylece ufukları geniş ve sahası şumullü bir hayat yaşamaya çağırmaktadır. Katı, dar, sınırlı çevresiyle alâkası kesik ve her şeye kapıları kapalı bir hayat yaşamamalarını istemektedir. Yeryüzünde ge­zinmek, hem gönlü, hem gözü yeni yeni görüntülere açar. Daha önce gözün alışık olmadığı, kalbin farkına varamadığı bambaşka manzaralar gösterir. İnsanoğlu, alıştığı yerde yaşarken gördüğü manzaralar ve garip­likler karşısında pek dikkatli davranmaz. Ama bir yeri dolaşıp seyâhat ettikten sonra kalben ve zihnen her manzara karşısında ayrı bir duygu ile ve ayrı bir uyarı ile karşı karşıya kalır. Yer yüzündeki her yeni görünü­şe bir başka şekilde bakar. Kendisinin yaşadığı yerde, on benzer hattâ ondan daha güzel, göz alıcı manzaralarla karşılaştığı halde dikkat edip de duygulanmadığı durumları, yolculuk ve misâfirlik sırasında gördüğü za­man dikkatle inceler. Seyâhatten dönen kişi, sırf bu yüzden yurduna yeni bir duygu ve yeni bir ruh ile dö­ner. Araştırıcı veya bir düşünür, daha önce dikkat et­mediği noktalara hayretle bakar ve daha çok dikkat eder.[16]

Günümüzde arkeolojik araştırma yapan bilginler, hayatın nasıl başladığını, nasıl yayıldığını ve nasıl ge­liştiğini, yer altı ve yer üstü kazı­larla meydana çıkan eski eserlerde bulmaya çalışmak­tadırlar. Her ne kadar bunlar, hayatın ana sırrını öğ­renmek konusunda başarı elde edememişler, ilk canlı varlığın yeryüzüne nereden ve nasıl geldiğini ve yeryüzünde nasıl bulunduğunu ortaya koyamamışlar ise de, bir takım faraziyeler ortaya atarak bu problemi çözme­ye çalışmışlardır. Fakat bu konuda ileri sürülen bu faraziyeler, hiçbir zaman hakikati tam olarak ifade ede­memiştir. Hatta bazı faraziyeler, dinî hakikatlere de ters düşmektedir.

Allah Teâlâ’nın “yeryüzünde gezip dolaşın ve Al­lah’ın yaratmaya nasıl haşladığını bir görün” emri, in­sanları ilk hayatın ortaya çıkışı olayını araştırmaya ve öğrenmeye davet etmekte ve böylece onları imana ve ölümden sonraki dirilişe dikkatlerini çekmektedir. Bu açıdan mes’eleye yaklaşıldığı zaman, bir araştırıcı, gör­dükleri ve şahit oldukları şeyler karşısında bir takım faraziyelerle hakikati örtbas etmeye çalışmayacak, bilâkis bunlarda Allah’ın yaratıcı veya helâk edici gü­cünü görerek O’na iman edecektir.

Bu âyete muhatap olan ilk Müslümanlar, son asır­da gelişen arkeolojik ve antropolojik araştırmalardan ve gelişmelerden pek tabiî olarak haberdar değildi, ol­ması da mümkün değildi. Çünkü bu ilimler, son asır­larda çıkan ilimlerden sadece ikisidir. İnsanlar, bu ilimlerle eskileri araştırdıkça, eski eserleri ve tarihî yerleri gezip gördükçe, kendilerine gelebilecek ve bu vesile ile belki iman edebileceklerdir.  Nitekim Peygamberimizin doğumundan önce ünlü Cahiliyye dönemi şâirlerinden Kuss b. Sâidenin yaptığı bir hitabede söylediği şu sözler, insanları imana getirme ve imana davet konusunda güzel bir örnek teşkil eder:

“Gaflet sahiplerine, geçmiş milletlere ve eski asır­ların halkına yazıklar olsun. Ey îyâd halkı, hani ba­halarınız, dedeleriniz? Hani hastalar ve ziyaretçileri? Nerede o zorba Firavunlar? Hani o bina kurup yüksel­ten, yaldızlayıp süsleyenler? Hani mâl ve evlâd? Nere­de haddi aşıp azan, servet toplayıp yığan ve “hem sizin en üstün tanrınızım” diye feryâd eden? Onlar sizden daha çok servete sahip ve daha Uzun ömürlü değiller miydi? Yine de kara toprak onları kucağında öğütmüş, kudret ve kuvvetiyle paramparça etmiştir. İşte çürü­müş kemikleri ve ıpıssız kalan yurtları. Şimdi onları uluyan kurtlar şenlendirmektedir.[17]

İnsan, gezip dola­şarak eski eserleri ve harabeleri görerek ibret alabilir ve kendisine bir çeki düzen verebilir. Böylece inanma­yan kişiler inanabilir; inanan kişiler ise imanlarını da­ha da kuvvetlendirebilirler. Bu nedenle  İslâm’ı ve hakikati tebliğ etmeyi amaçlayan irşâd hizmetleri, ilim, ticaret  ve ibadet kastıyla yapılan  yolculuklar,  hicret, sıla-ı rahim,  İslâm’ı  ve vatanı korumak uğrunda yapılan sa­vaşlar için girişilen seyahatler, insana ecir ve sevap kazandıracak  kulluk görevleri arasında yer alır.

 

[1] Ankebût, 29/20

[2] Ahmet b. Hanbel, 3/280

[3] Alfert Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, çev. Şelâle Başar, İstanbul 1981, s. 19.

[4] Yunus, 10/101

[5] Kâf, 6.

[6] A’raf, 7/185.

[7] Ğaşiye, 88/11.

[8] Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, s.27.

[9] Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, s.18.

[10] Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, s.28.

[11] Mer­yem, 19/109.

[12] Hac,22/ 45–46.

[13] Rûm, 30/42.

[14] Mümin, 40/21

[15] Prof. Dr. Rasim Adasal, Yeryüzü Tanrıları Liderler ve Kahramanlar Psikolojisi, İstanbul 1979, s. 62.

[16] Seyyid Kutub, Fizilâli’l Kur’ân, Beyrut, tarihsiz, Cüz. 20, s. 119.

[17] Kuss b. Sâide, Cemheretu’l Hutabi’l A’rab, Ahmed Zeki, Matbaatu Mustafa el-Bâbî  1962, 1/38.

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.