islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4620
EURO
34,6892
ALTIN
2.434,88
BIST
9.909,50
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Allah’a kul olmak

Allah’a kul olmak
Prof. Dr. Celal Kırca

  İnsan-Allah ilişkisinde Allah, konumu itibariyle hâlık, rab ve ilahtır; insan ise kuldur, görevi de kulluktur. Kulluk, insanın doğumundan ölümüne kadar hayatının her alanını kuşatan ve kapsayan bir hayat tarzdır ve bu hayat tarzını Allah’ın buyrukları doğrultusunda yaşamaktır. Bu da insan olarak var oluşun bir gereğidir. Çünkü insan, yaratan değil, yaratılan bir varlıktır. İnsanın kendisini yaratana ve rızık verene imanını, sevgisini, saygısını ve şükran duygusunu gösterecek davranışlarda bulunması, yaratılmış/kul olmanın bir sonucudur. Bu nedenle insan, sadece Rabbine kulluk etmeli, kul olanlara kulluk etmemelidir.

Kulluk göstergesi olan ibadetler ise Allah’ın koyduğu kurallara ve Hz. Peygamber’in uygulamalarına göre sırf Allah rızası için yapılan ve faydası da yapana ait olan amellerdir. Kulluğun Allah’a dönük yönüne ibadet, insana dönük yönüne ahlak/insanlık ve yeryüzüne dönük yönüne ise halifelik adı verilmektedir.  Dolayısıyla kulluk,  hem bütün ibadetleri, hem de ahlak ve halifeliği kapsamaktadır.  Bu bağlamda Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan helal, doğru, güzel ve dengeli her davranış da kulluğa dâhildir.

İbadet,  insanı Yaratan’ına karşı saygı ve boyun eğmesini simgeleyen, Allah ve Resulü tarafından yapılması istenen belirli davranış biçimleridir.  Kur’an, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zekât vermeyi, hacca gitmeyi, kurban kesmeyi, Kur’an okumayı, Allah rızası için borç vermeyi kulluk göstergesi olan ibadetler arasında sayar.[1] Meryem’e “ Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, huzurunda eğilenlerle beraber sen de eğil”[2] der. Hz. İsa da “Nerede olursam olayım, o beni kutlu ve bereketli kıldı; yaşadığım sürece bana namazı, zekâtı ve anneme saygılı olmayı emretti; beni zorba ve isyankâr yapmadı[3] diyerek anneye saygılı olmayı, zorba ve isyankâr olmamayı da kulluk göstergelerine dâhil eder.

Allah Teâlâ, insanların başkalarına değil,  sadece kendisine kulluk etmelerini ister. Zira kulluk, Allah ile insanlar arasındaki ilişkiyi canlı tutan en doğru ve en iyi hayat tarzıdır. Buna rağmen insanlardan bir kısmı, yaratılış amacını unutarak, Allah’a kulluk etmeyi terk edip başka varlıklara kul olmuşlar, din büyüklerini rab edinmişlerdir.[4] Mekkeli müşrikler de Allah’a kulluk etme yerine, aracı olarak gördükleri putlara tapmışlar ve bunlar adına yaptıkları harcamaları kulluk zannetmişlerdir. Allah Teâlâ da “Ben cinleri ve insanları, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım. Onlardan bir rızık istemiyorum, beni doyurmalarını da istiyor değilim.”[5] Diyerek onların bu davranışını şiddetle ret etmiştir.  Buna karşılık insanın yaratılış amacının sadece kendisine kulluk edilmesi olduğunu açıklamıştır.

Samimiyet ve devamlılık, kulluğun ana ilkeleri arasında yer alır. Zira Allah Teâlâ, kullarından samimi olmalarını ve kulluklarını devamlı yapmalarını ister.[6] Bu nedenle kulluğun ruhu ve özü ihlastır ve sadece Allah rızası için yapılan kulluğun O’nun katında bir değeri vardır. Hz. Peygamber’in ifadesiyle amellerin değeri niyetlere bağlıdır.[7] Zira gösteriş için yapılan ve riya karıştırılan bir kulluğun Allah katında hiçbir değeri yoktur[8]. Bu nedenle de Yüce Rabbimiz, kendisine şartlı kulluk edenleri, elde ettiği iyiliğe sevindiği halde, imtihan gereği sıkıntıya uğradıklarında yüz çevirenleri şiddetle kınar ve  “Böyleleri dünyasını da âhiretini de yitirmiştir” der.[9] Buna karşılık kulluğunu güzel yapanlara büyük müjdeler vardır: “Kim güzel niyet ve davranış sahibi olarak kendini Allah’a teslim ederse rabbinin katında onun mükâfatı vardır. Öylelerine korku yoktur, onlar üzülmeyecekler.”[10]  

Kur’an’ın, insana hedef olarak gösterdiği amaçlar,  ibadet, ahlak ve halifelik olduğu halde, Müslümanların kahir ekseriyeti, bunlar arasında denge kuramayarak, kimi ibadeti, kimi ahlakı, kimi de halifelik görevlerini yapmakla sorumluluktan kurtulacaklarını sanmaktadırlar. Adete bu Müslümanlar, Allah’ın buyruklarını, branşlaştırarak yaşamaktadırlar. Kimileri ibadetlerini yerine getirdi mi,  ahlakî ve insanî değerleri yaşamasa da kendilerini en iyi dindar sayabilmekte; kimileri de helal-haram demeden kazandığı paraları, hayır kurumlarına bağışlamayı, öğrencilere burs vermeyi dindarlık ölçütü olarak görmektedir. Dinin bütün kurallarını değil de belli kurallarını yerine getirmekle, diğer kuralların sorumluluğundan kurtulabileceğini düşünmektedirler.      

Allah’ın kulları, O’nu daima anar, hatırlar ve yüceltir.[11] O’nu unutmaz ve unutanlar gibi olmaz.[12] Allah Teâlâ da anılmaktan hoşnut olur ve bu nedenle de “Beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin![13] der. Kulundan kendisini hamd ile tesbih etmesini[14] ister.  Bir başka ifade ile Allah Teâla,  kulunun kendisini övgüye layık görerek anmasını, her türlü eksiklikten ve şanına yaraşmayacak niteliklerden tenzih edip yüceltmesini,  kendisine duyulan derin saygının bir ifadesi olarak kabul eder. Bu da Allah ile kulu arasındaki derunî ilişkiyi canlı tutar ve kulun kurtuluşuna vesile olur.

Allah’ın kulları, O’na her zaman dua ederler. Allah Teâlâ da kullarının kendisine dua etmesi ister:[15]  Bu nedenle “Bana dua edin, kabul edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir!”[16]der. Nitekim O, Eyüp Peygamber’in duasını kabul edip, dert ve sıkıntılarını giderdiğini bize bildirir.[17] Hz. İbrahim’in yaptığı duaları kabul ettiğini açıklar.[18] Hz. Süleyman’ın yaptığı duayı bize örnek olarak verir: “Verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat”[19] diye dua etmemizi ister.  Peygamberimiz aracılığı ile de kullarına yol gösterir: “Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua ettiğinde duacının dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulsunlar.”[20]

Kur’an’ın önerdiği hayat tarzı ise bir bütündür ve hayatın hem başını hem sonunu; bir başka ifade ile hem dünya hem de ahiret hayatını kapsar. Bu nedenle Kur’an’da, hayatın öncesi “dünya hayatı”, sonu ise “ahiret hayatı” olarak tanımlanır. Ayetlerde “el-hayatüd’dünyâ (yakın hayat, dünya hayatı)” ve “el-hayatü’l ahira (son hayat)” ifadeleri tek bir hayatın iki veçhesini açıklamak için kullanılır. Bu tanımdan dolayıdır ki sadece dünya hayatını merkeze alıp ahiret hayatını kabul etmeyenler ve onu yok sayanlar şiddetle kınanır.

Kur’an’a göre dünya hayatı, insanlar için sadece bir oyun ve eğlenceden ibaret değil, aynı zamanda en güzel işlerin yapıldığı ve hayırda yarışıldığı bir imtihan yeri, kendisinden nasip alınacak, fakat ahiret için de hazırlık yapılacak bir zaman dilimidir. Dolayısıyla Allah Teâlâ, bizden yaradılış amacımız olan kulluğu, bu dünyada kendi rızasına uygun olarak doğru, iyi ve güzel biçimde yapmamızı ister. Bu da ancak samimi kul olma bilinci ile mümkündür.

Samimi kulluğun ruhu ve özü ise ihlastır. Bu nedenle Kur’an’da, ibadetlerimiz başta olmak üzere bütün davranışlarımızda, ihlaslı/samimi olmamız ve onları ihsan ile yapmamız istenmiştir. İhlaslı olmak, riyakâr olmamak ve gösterişe kaçmamak; ihsan ise bütün işleri doğru ve güzel yapmak demektir. Bunun için her insanın önce “kulluk bilgisine”, sonra da “kulluk bilincine” ulaşması gerekir.

Yüce Yaratıcı bu yolla kullarına, ahlakî erdem, tutum ve davranış kazandırmayı amaçlamıştır. Kulun hayatından erdemli davranışlar (ahlak) çıkartılırsa geriye sadece ritüel, şekilcilik, bir diğer ifade ile ruhsuz bir beden gibi, ahlaksız bir dindarlık görüntüsü kalır. Bu da Allah Teâlâ’nın tasvip etmediği, hatta kınadığı bir davranış tarzı ve hayat biçimidir. Böyle yaşamın sonu ise hüsrandır. Kur’an’da peygamberler üzerinden bu hüsranın acı örnekleri sunulmuştur ve bizden de bu örneklerden ders almamız istenmiştir. Netice olarak Rahmeti bol olan Allah (cc), kulluk bilincine sahip ihlaslı ve samimi kullarını Cennet’le, olmayanları da Cehennem’ le müjdelemiştir.


[1] Müzzembil 73/20; Hac 22/78.

[2] Al-i İmrân 3/43.

[3] Meryem 19/31.

[4] Tövbe  9/31.

[5] Zâriyât 51/56-57.

[6] Hicr 15/99.

[7] Buharî, Bedu’l Vahy,I.

[8] Bakara 2/264.

[9] Hac 22/11; Ma’ûn 107/5.

[10] Bakara 2/112.

[11] Furkân 25/58; Mü’min 40/55.

[12] Haşr 59/19; Tevbe,9/67.

[13] Bakara 2/152.

[14] Hicr 15/98; Al-i İmrân 3/41.

[15] Mü’min 40/4, 65.

[16] Mü’min 40/60.

[17] Enbiyâ 21/84.

[18] Meryem 19/48; İbrâhîm 14/35-37.

[19] Neml 27/19.

[20] Bakara 2/186.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.