islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4195
EURO
34,8299
ALTIN
2.430,39
BIST
9.971,70
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
16°C
Çarşamba Az Bulutlu
18°C
Perşembe Az Bulutlu
19°C
Cuma Hafif Yağmurlu
18°C

Diyanet’in İslâm Nizamına İlişkin İnceleme Raporu ve Tahlili

Diyanet’in İslâm Nizamına İlişkin İnceleme Raporu ve Tahlili
11 Ekim 2023 09:00
A+
A-

İslâm’ı bütünlüğü içinde bir hayat düzeni olarak kavrayıp algılat(a) madığı için Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşleri benim için bugün olduğu gibi dün de geçerli değildi. Böyle olmakla birlikte kitaplarıma nasıl bakıldığını öğrenip belgelendirmek için görüş istemişimdir. Diyanet’e bu amaçla ilk müracaatım 31.3.1980 tarihinde Süleymaniye Minberinden İslâm Nizamı isimli hutbelerimi ihtiva eden kitabımla ilgili olmuştur. Müracaatım 12 Eylül’den yaklaşık beş ay önce.

Bana, 10.12.1980 tarih ve 70 nolu Kurul Kararı’na müsteniden 12 Aralık 1980 tarihinde yani 12 Eylül’den sonra cevap verildi.

Diyanet İşleri Başkanı adına Dîn İşleri Yüksek Kurulu Başkan vekili imzalı yazının karar kısmı şöyle:

İlgi (a)dilekçe ekinde gönderdiğiniz İslâm Nizamı adlı üç ciltlik hutbe kitabınız incelenmiş, ilişik raporda tespit edilen hatalar sebebiyle Başkanlıkça tavsiye edilecek nitelikte görülmemiştir. Bilgilerinizi rica ederim.”

Benim gibi bir yazar din görevlisi için verilebilecek en iyi cevabın bu olduğunu kabul ederim. Çünkü Diyanet kendi kriterlerine uygun gördüğü yazarlar dışında hiçbir bir kişinin kitaplarına onay verip basmaz ve de tavsiye etmez. Bu sebeple bu rapor aslında beni ve kitabımı benim razı olacağım şekilde nitelemiştir. Amaa, aması olmasa…

Kayda Değer Hususlar

Raporun “Kayda Değer Hususlar” bölümü aynen şöyledir:

1-Hutbe konularının seçiminde, öteden beri yapıldığı üzere itikadî, ibâdet ve ahlâk konuları ile yetinilmemiş, İslâm Hukuku’nun muamelatla ilgili konularına da genişçe yer verilmiştir.

2-Hemen her hutbede İslâm’ın bir bütün olduğu, her Müslümanın dini bütün olarak yaşaması ve tatbik etmesi gerektiği, İslâm’ın en üstün nizam olduğu ve İslâm dışındaki bütün beşeri sistemlerin batıl olduğu fikri telkin ve kökleştirilmeğe çalışılmıştır.

3-Hutbeler adeta birer konferans gibi hazırlanmış, bu yüzden genellikle uzun olmuştur.

4-Hutbelerin hazırlanmasında, araştırma yapıldığı ve ciddi emek sarf edildiği göze çarpmaktadır.

Raporun “Kayda Değer Hususlar” bölümünde dile getirilen bu olumlu görüşlerden sonra kitabımızın tavsiye edilmesi gerekirdi. Ama tavsiye edilmesi bütün ülkemiz camilerinde hutbe olarak okunmasını onaylamak olurdu. Kurul, Diyanet’in kuruluş felsefesi ile çatışan böyle bir karar alamazdı. Alamadı da.

Bana Hata İsnad Edenler Hata İçindeydi

Başkanlık niçin tavsiye etmek kararı almadığını yasal olarak gerekçelendirmek durumunda mıydı bilmiyorum. Ama Başkanlık bana “hatalar” isnad ederken aslında beni doğruladığını ve kendisinin hatalar işlediğini fark edememiştir. Şimdi verilen hata örneklerinde bize hata isnad edilirken nasıl hataya düşüldüğünü açıklamaya çalışalım.

A-Raporda el-Mü’minûn Sûresi’nin sın 4. âyetinin meali “onlar zekâtlarını da verirler ” olduğu halde benim “onlar zekât verici güce ulaşmak için durmadan çalışanlardır” şeklinde mâna vererek hata ettiğim söyleniyor. Oysaki daha doğru olan benim mealimdir. Açıklayalım; Kur’an’da zekat verme İtyan sözcüğüyle “Âtüz-zekâte/Zekât veriniz ” veya “Yü’tünenez-zekâte/ Zekâtlarını verirler,” şeklinde kullanılır. Burada ise bir inceliğe vurgu yapılır. O da “zekât verici güce ulaşmak için çalışmaktır.” Bunun için Kur’ân’da bir tek yerde ve burada özgün bir ifadeyle “Vellezine hüm liz-zekâti failûn” denilmiştir. Âyet sürekliliği ifade etmek için de isim cümlesi halinde gelmiştir. Açıklanan hususlar dikkate alındığında bizim mealimizin daha doğru olduğu görülecektir.

B-Kur’an-ı Kerim’de cimrilik manasına Zanne ve Behile fiilleri kullanır. Türkçe’de kullanılan cimrilik, ilişkileri zayıflatabilir bir erdemsizliktir. Kaçınılması ve kınanması gereken bir haldir.

Bir Kur’an kavramı olan Şuhh ise farklıdır ve Peygamberimiz tarafından toplumları helak eden, onlara birbirlerinin kanını döktüren ve dokunulmaz değerleri ayaklar altına aldıran olumsuz uygulama olarak tanımlanmaktadır. Bu sebeple Şuhh kelimesi cimrilikle değil zekat gibi mali görevleri yapmama ve faiz gibi mali yasakları çiğneme anlamına ileri boyutlu malî ihtirasla açıklanabilir. Bu sebeple hadiste geçen “İtteku’ş-Şuhhe” cümlesine bizim verdiğimiz “Zekat ve nafaka gibi dinî-malî vazifelerinizi yapmaktan kaçınmayınız” şeklindeki mâna, “Cimrilikten korununuzşeklindeki anlamdan daha doğrudur.

Bunun gibi el-Maide suresinin 2. ayetinin son kısmında geçen ve “Teavenu alel birr” cümlesine verilen “fertlere ve cemiyete yarar sağlayacak işlerde birbirinizle yardımlaşın.” şeklinde ki mâna da daha bir tercih edilebilirdir.

Takdir etmek gerekirken hata nisbeti de ne oluyor?

C-“İslâm’da Yatırım ve Şirketleşme” başlıklı hutbemde aynen ‘ Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de miras mevzuu işlenirken ; “Onlar terekenin üçte birinde ortaktırlar” buyurularak ortaklık fikri ortaya konmaktadır, ’ demişim. Allah’ aşkına buna hata diyebilecek bir ilim adamı düşünebilir mi?

D-Anlamı “Hiçbir şeyi ona ortak koşmazsın” şeklinde mutlak ve genel olan hadisi “insanları ve beşeri sistemleri O’na ortak koşmazsın” seklinde takyid ve tahsis edişim hata olarak gösteriliyor. Takyit ve tahsisimizi hata olarak niteleyenler büyük bir hata işlemekte olduklarının farkında bile olamamışlardır.

Şimdi soralım Allah’a ortak koşmak ne demektir?

Yaratma, yaşatma ve yasa koyma gibi vasıflarında Allah’a ortak koşanlar tabiat varlıkları ve olaylarından daha çok insanları ve beşeri sistemleri O’na ortak koşmaktadırlar. Allah’ın yasalarını dışlayarak aklı putlaştıran insanlar, yanılmaz gördükleri kişileri ve yaşam kuralı edindikleri laisizmi Allah’a ortak koşmuş olmuyorlar mı?

Allah’a ortak koşmanın pek çok çeşidi olduğuna ve her bir nevi tercümeye yansıtılamayacağına göre, işlediğiniz konunun bağlamına uygun olan en belirgin anlamı vermekten daha ilmi bir yöntem ne olabilir?

 “Vazifelerimiz ve Değerlerimiz” başlıklı hutbemizde şöyle demişiz: ‘Peygamberimizin emirleriyle nefsimiz ve yeni doğmuş olanları dahil bulûğa ermemiş çocuklarımız ve ailesinden müntekil mal varlığı olmayan zevcemiz için vermemiz gereken fitre mali bir ibadettir.”

Burada hata olan nedir? Şafiî Mezhebinde kişi zengin de olsa zevcesinin fitresini vermekle yükümlüdür. Hanefî bilgilerince fakir zevcenin fitresinin verilemeyeceğine ilişkin bir görüş mü vardır?

“İslâm’da İsraf ve Lüks Haramları” isimli hutbemizde Peygamberimizin yırtıcı havanların derilerinden yastık ve yatak yapılmasını yasaklayan hadislerine dayanarak şöyle demişiz:

‘Dinimiz Peygamberimizin diliyle Kaplan ve Pars gibi yırtıcı hayvanların derilerini kullanmaktan da bizleri menetmiştir.”

Burada yanlış olduğunu söyleyebilecekler ancak düzey yoksunlarıdır.

İbret Almak

Diyanet İşleri Başkanlığı, 1987 yılında istifa etmeye mecbur bırakılışımdan bir müddet sonra, istifadan önce 15 gün devamsızlık yaptığım gerekçesiyle beni memuriyetten ihraç etti. İhracımdan çok kısa bir süre sonra bana bir dosya geldi. İhracımın bir zulüm olduğu açıklanıyor, başvurmam gereken hukuki yollar gösteriliyordu. Belgeler de sunuluyordu. Dosya Diyanetten geliyordu ama gönderen vicdan sahibi üst düzey yönetici/hukukçu ismini vermiyordu.

Acaba İslâm Nizamı’nı inceleyen Dîn İşleri Yüksek Kurulu üyeleri takdirlerini dile getirmekle birlikte tavsiye kararı alamamalarını gerekçelendirmek için bir takım zayıf gerekçeler uydurma gereğini mi duymuşlardı?

Bu iyimser yorumumuz keşke hakikat olabilseydi.

Diyanetin verdiği cevapta benim için hayreti mûcip olan şu cümlelerdi:

“Hutbe konularının seçiminde, öteden beri yapıldığı üzere itikadî, ibâdet ve ahlâk konuları ile yetinilmemiş, İslâm Hukuku’nun muamelatla ilgili konularına da genişçe yer verilmiştir.

Hemen her hutbede İslâm’ın bir bütün olduğu, her Müslümanın dini bütün olarak yaşaması ve tatbik etmesi gerektiği, İslâm’ın en üstün nizam olduğu ve İslâm dışındaki bütün beşeri sistemlerin batıl olduğu fikri telkin ve kökleştirilmeğe çalışılmıştır.”

Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı İhbar mıydı?

Bu ifadeler aslında üç ciltlik İslâm Nizamı isimli hutbe kitabımızın Dîn işleri Yüksek Kurulu kararıyla laikliği, dolayısıyla Türk Ceza Kanunu’nun 163/3 maddesinin ihlal ettiğinin ilanı ve ihbarıdır.

Şimdi okuyucumuzun aşağıdaki satırları dikkatle okumasını rica edeceğim:

Diyanetin 12 Aralık 1980 tarihli cevabından tam 49 gün sonra 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’nın 31 Ocak 1981 tarih ve 7130/385-81 istihbarat sayılı yazısı üzerine Süleymaniye Minberinden İslam Nizamı isimli 3 ciltlik Hutbe kitaplarımın içeriği ile laikliğe aykırı olarak dini propaganda yaptığım iddiasıyla Beyoğlu Cumhuriyet

Savcılığınca soruşturma başlatıldı. (Bkz. s. 556)

Aradan kırk yıl geçti. Düşünüyorum da yanlışlar/zulümler kime ne kazandırdı? Bu hatıratı okuyan yöneticiler ve gençler anlatılanlardan ibret almalıdırlar. Almalıdırlar, çünkü kasdî yanlışların bir de görülecek âhiret hesabı var.

(DEVAM EDECEK)

MİRATHABER.COM

HOCAMIZIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ