islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
16°C
İstanbul
16°C
Hafif Yağmurlu
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Salı Hafif Yağmurlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
20°C

FITRAT VE DİN

FITRAT VE DİN

Kelime olarak yaratılış özellikleri anlamına gelen fıtrat,[1] insanın doğru ile yanlışı, gerçek ile sahteyi ayırmasına imkân veren sezgisel yeteneği ifade eder.[2] Akli, fiziksel ve ruhsal özelliklerimizin adeta çekirdeğini oluşturan fıtrat, insan tabiatında bulunan Allah’ı tanıma eğilimi, ruh temizliği, olumlu yeteneklere yatkınlık, duygu, düşünce ve istekleri doğru yönde geliştirebilme kapasitesi olarak da anlaşılabilir. Bu anlayışa göre insan hem düşünen, yorumlayan hem de inanan bir varlıktır.

İnsan için kutsal bir varlığa inanma eğilimi yani din duygusu doğuştandır. Allah Teâlâ insanı yaratırken inanma yeteneğini ve kendisine kulluk edebilme kabiliyetini onun zihin ve gönül dünyasına nakşetmiştir. Nitekim ilkel çağlardan medeniyetin geliştiği dönemlere kadar insanın bulunduğu her yerde bir ibadet ve mabet izine rastlandığı antropolojik araştırmalardan da anlaşılmaktadır. Şekil ve muhtevası farklılık arz etse de, insanların büyük çoğunluğu, daima dinlerden birine bağlanma gereği duymuştur. Bu durum insan türünde ortak bir özelliğe, ondaki dini yapının potansiyel olarak varlığına delalet etmektedir. Dolayısıyla tabiatüstü ilahî bir güce inanmanın insanlık için evrensel bir içgüdü olduğunu söylemek mümkündür.

Allah’ın Âdem (as)’den Muhammed (sav)’e kadar görevlendirdiği bütün peygamberlerin tebliğ ettiği fıtri inancın adı İslâm’dır. Bu yönüyle İslâm, kişinin adeta fabrika ayarlarında bir hayat yaşamasını sağlayan bireysel ve sosyal içerikli bir sistemin adıdır. Bu inanç sisteminde kişi hem kendi duygu ve düşüncelerini hem de sosyal faaliyetlerini yaratılış özelliklerine uygun olarak geliştirmek durumundadır. Aksi halde fıtratın dışına çıkılmış, rotasını yitirmiş bir gemi gibi savrulma dönemi başlamış demektir.

Tarih boyunca ilâhî mesajların farklı isimlerle gönderilmesinin temel nedeni, Allah’ın, fıtrattan uzaklaşan ve beşerî zaaflar yüzünden adeta yozlaşmaya uğrayan insanlığı fıtrat/tevhit çizgisinde sabit tutmak istemesidir. Bu hususla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:

“Sen yüzünü gerçek olan dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtratına çevir. Allah’ın yarattığını (fıtratı) değiştirmek mümkün değildir. Dosdoğru din işte budur. Ama insanların çoğu bunu bilmez.”[3]

Araf suresinde ilk yaratılış anında Allah ile insanlar arasında gerçekleşen temsili bir sözleşmeden bahsedilir. Söz konusu sözleşme, surenin 172. ayetinde şu şekilde dile getirilmektedir:

“Hani Rabbin, kıyamet günü; ‘Bizim bundan haberimiz yoktu.’ demeyesiniz diye Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini çekip almış ve onları kendilerine şâhit tutarak; ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sormuştu. Onlar da: ‘Evet, şâhit olduk.’ demişlerdi. Yahut da: ‘Bizden önce atalarımız Allah’a ortak koşmuşlardı, biz ise onlardan sonra gelen nesilleriz; şimdi o batıla sapanların işledikleri yüzünden bizi helâk mi edeceksin?’ diye söylememeniz için sizden söz almıştık.”[4]

Fıtrattaki inanma duygu ve potansiyelin kökten değişmesi mümkün olmasa da, fıtrattan kaynaklanan bazı özelliklerin eğitim ve çevrenin etkisiyle farklı şekillerde yönlendirilebilecek bir esnekliğe sahip olduğu söylenebilir. Yani insan çevresinin ve aldığı eğitimin etkisiyle fıtri özelliklerinin aksine bir hayat yaşamayı tercih edebilir. Bir diğer ifadeyle, başlangıçta ana-baba ve sosyal çevreden alınan eğitimle gelişip şekillenen din duygusu, çeşitli olumsuz etkenler yüzünden asıl hedefinden sapıp hurafe anlayışlara teslim olabilir. Peygamber (sav)’in şu hadisinde bu gerçeğe işaret edilmektedir:

“Her doğan fıtrat üzere doğar, sonra ana-babası onu Yahudi, Hıristiyan ve Mecûsi yapar.”[5]

Görüldüğü gibi, insan her ne kadar anasından dindar olarak doğmasa da o, dinî bakımdan tamamen boş da değildir. Zira çocukluk evresinde, büyük bir dinî hazırlık kapasitesine sahip olan insanın yaratılışı, iyiye olduğu kadar kötüye de eğilimlidir. Ancak fıtrattaki din duygusu, kendiliğinden ve otomatik olarak uyanıp gelişmediği için aileden itibaren eğitime önem vermek gerekir. Temel eğitimin bir insan hakkı olarak zorunluluğu da bu önemden kaynaklanmaktadır.

Tarih boyunca birey ve toplumların manevî yapısını şekillendiren etkenlerin başında din duygusu gelmektedir. Dinin doğru öğrenilmediği dönemlerde insanoğlu kendisine has bir inanç yapısı oluşturarak taşlara, putlara,[6] hayvanlara ve daha başka varlıklara tapınmaya başlamıştır. Yani din duygusunun doğru bilgilerle gelişmemesi halinde ortaya çıkabilecek yanlış inanç yapılanmasının en açık örneklerinden biri olan putperestlik, fıtratı tatmin etme arayışının bir sonucudur.

Hayatın bireysel ve toplumsal sorunları karşısında insanın sığınabileceği en büyük güç dindir.[7]

Din, aşkın varlığa inanıp teslim olmayı isteyerek varoluşa bir değer ve anlam kazandırmakta, aklı ikna edici bir dünya görüşü ve bir yaşam tarzı sunarak insanı sonsuzluk alanına yerleştirmektedir. Herhangi bir dine inanmayan ateistlerin bile korku, tehlike, sıkıntı ve çaresizlik gibi bir durumla baş başa kaldığında refleks halinde Yaratıcıyı anma anlamına gelen sözler söylemesi, bu gerçeği doğrulamaktadır. Çünkü korku ve çaresizlik anında yaratılıştan gelen inanma şuuru otomatik olarak kendini dışa yansıtmaktadır.

Fıtrattaki inanma duygusunu doğru yollarla tatmin etme imkânından yoksun kalan kişilerin temelsiz ve ispatsız düşüncelerin karanlığında akıp giden bir hayat yaşadığı antropolojik araştırmalarla tespit edilmiştir. Uğradığı hastalığın sebebini, ekinlerin ve meyve sebze bahçelerinin verimsizliğini Tanrı’nın gazabına veya şeytanın melânetine bağlayan bu insanların dinî düşünce yapısının âdeta tabularla örülü olduğu görülmüştür.[8] Ancak ilâhî dinlerin sağlam öğretileriyle karşılaşma imkânı elde eden bir insan, ne evrenin ne de evrendeki herhangi bir nesnenin kendiliğinden var olamayacağını, her şeyi yaratan ve yöneten üstün bir varlığın bulunduğunu kabul eder. Böylece Allah’ın dinine inanan bir insanın hayat anlayışı, ilâhî vahyin sunduğu öğretilerle zengin bir boyut kazanmış olur.

Fıtri özelliklerin gelişip olgunlaşması için eğitime erken yaşlardan itibaren başlanmalıdır. Ailede ve okulda verilen eğitimin kişinin fıtratında var olan temel özellikleriyle çelişmemesi gerekir. Fıtratı yok sayarak yapılan eğitimin başarı şansı da düşüktür.

Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

[1] Bkz: İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, V, 55-56.

[2] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Çev: Cahit Kaytak, Ahmet Ertürk, İstanbul 1996, II, s. 826.

[3] Rûm 30/30.

[4] A’raf 7/ 172-173.

[5] Buhârî, Cenâiz 79, 80; Müslim, Kader 6.

[6] Bkz: Sa’ib b. Bişr el-Kalbî, Putlar Kitabı, Çev: Beyza Düşüngen, Ankara 1969, s. 26.

[7] Blaise Pascal, Düşünceler, Terc: Fethi Yücel, Ysz. 1942, s. 20.

[8] Bertrand Russell, İnsanlığın Geleceği, Terc: İlhami Kaya, 2. Baskı, Divan Yayınları, İstanbul 1993, s. 8-9.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar