islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5488
EURO
34,9371
ALTIN
2.445,81
BIST
9.716,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
17°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
17°C

MEAL OKUMAK KUR’AN OKUMAK DEĞİLDİR

Okumak, çeşitli duyu organlarıyla taranan bilginin zihinde anlamlı bir karşılığa çevrilmesi işlemidir. Gözlerle yapıldığında seyretmek veya yazıları takip etmek, kulaklarla yapılırsa dinlemek, deri ile yapılırsa hissetmek olarak isimlendirilir.

MEAL OKUMAK KUR’AN OKUMAK DEĞİLDİR
29 Ekim 2021 10:27
A+
A-

Okumak, çeşitli duyu organlarıyla taranan bilginin zihinde anlamlı bir karşılığa çevrilmesi işlemidir. Gözlerle yapıldığında seyretmek veya yazıları takip etmek, kulaklarla yapılırsa dinlemek, deri ile yapılırsa hissetmek olarak isimlendirilir. Koklamak bile bir okuma eylemidir; bilgiyi tarayıp zihne göndermek için burun kullanılmıştır. O halde okumak iki aşamadan oluşan bir eylemdir: Birinci aşama bilginin ilgili organla taranması, ikinci aşama taranan bilginin zihinde işlenmesi ve anlamlandırılmasıdır. 

Bu şekilde tanımlandığında anlama ile sonuçlanmayan bir okuma eyleminden bahsetmek mümkün değildir. Zaten okuma işi anlamak için yapılmaktadır. Anlamayla sonuçlanmayacaksa ikinci aşama yerine gelmediği için okuma yapılmış olmaz. Bu sebeple bir metni okuduğumuzu söylediğimizde, ayrıca onu anladığımızı da söyleme ihtiyacı duymayız ya da “makaleni okudum” diyen birine “anladın mı” diye sormayız. Bu çok basit ilke ne yazık ki sadece Allah’ın Kitabı söz konusu olduğunda ihlâl edilir olmuştur. Sadece Allah’ın Kitabı için okumak denilen eylem anlamayı içermeyecek şekilde anlaşılmaktadır. Şüphesiz bunun en önemli sebebi yanlış din anlayışıdır. Anlamı bilinmeden, sadece telaffuz edildiğinde bile sevap kazandıran bir kutsal kitap inancı, anlama zahmetine katlanmayı gereksiz hale getirmiştir. Sanılanın aksine, günümüzde kendilerini Kur’an talebesi olarak tanıtanların anlayışı da bundan farklı değildir:

“Hiç şüphe yok ki, Kur’an’ı anlamadan okumak da okumasını bilmeyenlerin Kur’an sahifelerine bakması da ibadettir.”

Böyle bir iddia ortaya atıldığında Kur’an’ın bir anlamı olması hiçbir şey ifade etmeyecektir. Onun sayfalarına bakanlar, anlamak için emek harcama zahmetindense bakma sürelerini uzatarak yeterli miktarda “sevap puan” (!) toplayıp bir üst “level” hayalleri kurmaya başlayacaklardır.

Buna rağmen son birkaç on yılda Kur’an’ı anlamak gerektiği, yanlış din algısından ancak bu sayede kurtulunabileceği düşüncesi kendisine önemli miktarda taraftar bulmuştur. Küçümsenmeyecek bir kitle nihayet Allah’ın Kitabını okumakla onu telaffuz etmenin kastedilmemesi gerektiği bilincine sahip olmuş gibi görünmektedir. Talebin artması çok sayıda Kur’an meali yazılmasına sebep olmuştur. Yukarıda alıntıladığımız satırların yazarının da aralarında bulunduğu meal yazarlarının sayıları her geçen gün artmaktadır. Tabii bir tek kitap için neden bu kadar çok meal yazıldığı, bu mealler arasında dişe dokunur farklar olup olmadığı, aralarındaki farklar az ise sürekli yeni meal yazmak yerine belli bir mealin kollektif ve metodik bir çalışmayla geliştirilmesinin daha makul olup olmadığı, meal yazarlarının meal yazmadaki asıl amaçlarının kendi cemaatlerinin talebine cevap vermek ve itibarlarını sağlamlaştırmak olup olmadığı gibi konular ayrıca tartışılması gereken ve bu yazıda anlatmak istediğimiz temel meselenin dışındaki konulardır.

Biraz gözlemle kolayca anlaşılabileceği gibi, bu kadar çok mealin bulunması, bu meallerin aynı oranda okunduğu anlamına gelmemektedir. Kendilerini geleneksel din anlayışına karşı ve “Kur’an müslümanı” olarak tanımlayan kitlenin de büyük çoğunluğunun düzenli meal okuyucusu olmadığı, çoğunlukla takipçisi olduğu hocayı dinlemek ve gerektiğinde veya ihtiyacı olursa hocasının mealine “bakmak” şeklinde bir eğilime sahip olduğu görülmektedir. Elbette sayfalarına bakmanın sevap sayıldığı kitap aşamasından bu aşamaya gelebilmiş olmak da önemlidir. Ancak meallerin sayıları oranında, düzenli meal okuyan, kitabın içeriğine hakim olan kitlelerin bulunmadığı da bir gerçektir. 

Meallerin artmasının ve meal okuyucusu bir kitlenin ortaya çıkmasının tüm olumlu yanlarının yanısıra, belki de bu olumlu yanlarının tamamına bedel olan, Kur’an’ın asla onaylamayacağı menfî bir etkisi de olduğu görülmektedir: Meali Kur’an sanma, onu Allah’ın Kitabıymış gibi görme ve mealden hüküm çıkarmaya kalkma. Üstelik bu durum, kendi halinde meal okuyup bir takım çıkarımlar yapmaya çalışan samimi müminlerin, belki hoş karşılanabilecek bir faaliyeti olmanın çok ötesine geçmiştir. Öyle bir noktaya varmıştır ki, günümüzde Arapça dahi bilmeyen, felsefe, sosyoloji, psikoloji, hatta fizik, matematik, tıp gibi alanlarda yetişmiş, aralarında akademisyenlerin de bulunduğu kişilerin, meal üzerinden fetva vermeleri, hükme varmaları sıradan olaylar haline gelmiştir. Oysa bir insanın yazdığı metnin bile başka bir dile aktarımı hiçbir zaman orijinalinin yerini tutmaz. Söz konusu olan Allah’ın Kitabı ise bu durum çok daha önemli olmaktadır. Çünkü Allah’ın, dili kullanırken bir insanın yapacağı eksiklik ve fazlalıkları yapması düşünülemez. Lisanı da yaratan olması hasebiyle Allah, dili mutlak manada mükemmel kullanır ve söyleyeceğini ne eksik ne de fazla söyler. Bu mükemmel metni meal yaparak başka bir dile aktaran ise insandır. Kaynak metin mükemmel olsa da hedef metnin onun defalarca kez aşındırılmış bir halinden başka bir şey olmayacağı aşikârdır. İşte bu sebeple Allah’ın Kitabının başka dillerdeki çevirileri için çeviri veya tercüme ifadesi kullanılmamakta, meal kelimesi tercih edilmektedir.

Hiçbir Meal Kur’an Değildir

Meal kelimesi Arapça “dönüş, başlangıç” gibi anlamlara gelen أول evl kökünden mimli mastardır. Dilimize geçmiş olan “evvel”, “te’vîl” gibi kelimeler de aynı köktendir. Meal kelimesi Arapça olmasına karşın Kur’an çevirisi anlamındaki kullanımı Türkçe’ye özgü yeni bir kullanımdır. Kelimenin bu anlamda kullanımı Cumhuriyetin ilk yıllarındaki meal çalışmalarıyla başlamıştır. Bu terimin anlamı, İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddesinde şöyle ifade edilmektedir:

“Kelime son dönem Osmanlı Türkçesi’nde “mâna ve mefhum” karşılığında kullanılmış, bununla bir sözün lafzan veya harfiyen değil mâna ve mefhum itibariyle başka bir dile aktarılması kastedilmiştir. Buna göre meâl kelimesi sözün aktarım keyfiyetini ifade eden örfî bir anlam kazanmış, daha sonra “Kur’an’ın harfiyen değil mâna ve mefhum bakımından tercümesi” anlamında terimleşmiştir.”

Görüldüğü gibi, Kur’an çevirileri için “meal” kelimesinin kullanılmasının bir esprisi vardır. Her meal, onu yapanın yapabildiği kadarıdır. Mealcinin Kur’an ayetlerini dilimize aktarırken gücünün ve bilgisinin yettiği kadarına meal denir. Hiç kimse kendi ana dilini dahi mükemmel kullanma yeteneğine sahip olamayacağından, böyle bir şey mümkün olsa dahi iki dil arasındaki yapısal farklılıkların önüne geçmek mümkün olmadığından, mükemmel meal diye bir şey hiçbir zaman olmayacaktır. Bu konuyu ileride detaylı olarak ele alacağız. 

Yüzlerce yıl Kur’an’ın bir anlamı olduğunun dahi farkında olmayan bir toplumun, onun anlamıyla buluştuğunda elindekinin gerçek değerini görmesi çok doğaldır. Ancak yüzyılların susamışlığının, meallerin Kur’an’a eşdeğer görülmesi noktasına gelinmesine sebep olmaması gerekir. İnsanlar önemsemedikleri zamanlarda da Kur’an’ın bir anlamı vardı ve okunması, anlaşılması, yaşanması gerekirdi. Anlaşılması gerektiği gerçeğini göz ardı edip telaffuzu ibadet saymak ile meali Kur’an sayacak noktaya varmak, birbirine eşit seviyede aşırılıklardır. 

Kur’an, mükemmel bir Arapça Kitaptır. Mükemmel olması, Allah tarafından gönderilmiş olmasının mecburi sonucudur. Kitap olması ise bir metin olduğunu gösterir. Bugün elimizdeki haliyle Allah tarafından düzenlenmiştir. Fatiha Suresi ile başlayıp Nas Suresi ile biten elimizdeki mushafın her bir kelimesi, satırı, ayeti bizzat her şeyin Yaratıcısı ve Rabbi Allah tarafından son haline getirilmiştir. Bu sebeple hiçbir şekilde insan müdahalesine açık değildir. Ayetlerinin yerlerinin, sıralamasının değiştirilmesi dahi mümkün değildir. 

Burada en çok tartışılan şey, ayet sıralamasının ve numaralandırmasının sonradan yapıldığı konusudur. Oysa bunun da Rabbimiz tarafından yapıldığını gösteren çok sayıda Kur’ânî kanıt vardır. En önemlilerinden biri huruf-u mukattaa denilen harflerin sadece belli sûrelerin başında bulunmasıdır. Ayrıca huruf-u mukatta olarak Arap alfabesindeki sadece 14 harf kullanılmış, her harfe yer verilmemiştir. Üstelik başında bulundukları sûrelere göre farklılık gösterirler, dizilimleri farklıdır ve bilinen bir düzeni takip etmezler. Huruf-u mukattaa, bulundukları surelerin sadece en başında yer alır, sure içinde görülmezler. Bir kısmı başlı başına ayet numarası almışken, bir kısmı bir ayetin başında yer alıp, ayrıca numara almamıştır. Hatta peşpeşe iki ayrı ayetin sadece huruf-u mukattaa’dan oluştuğu da görülür. Tüm bunlar, bu yapının bir insanın tercihi olamayacağını gösterir.

Ayet sıralaması ve numaralandırmasının Rabbimiz tarafından yapıldığını gösteren başka deliller de mevcuttur. Mesela bir çok ayetin müstakil bir cümle olmayıp önceki ayetteki bitmemiş cümlenin devamı olması da bunun delillerindendir. Örnek vermek gerekirse Taha Suresinin 92. ayeti şöyledir:

قَالَ يَا هَارُونُ مَا مَنَعَكَ إِذْ رَأَيْتَهُمْ ضَلُّوا

Musa dedi ki: “Harun! Onların sapıttığını gördüğünde sana ne engel oldu ki (Taha 20/92)

Sadece ayet değil, ayette geçen cümle de burada bitmemiş, bir sonraki ayette şöyle devam etmiştir:

أَلَّا تَتَّبِعَنِ أَفَعَصَيْتَ أَمْرِي

bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?” (Taha 20/93).

Bir çok mealde bazı ayetlerin birkaç ayetle birleşik olarak toplu halde meallendirilmesinin sebebi bu gibi durumlardır. Kur’an’da sayısız örneği olan bu durum da ayetlerin numaralandırmasının dahi insan tarafından yapılmadığını gösterir. Bu sebeple elimizdeki mushaftan farklı şekillerde sıralanmış mealler Kur’an’ın meali sayılamazlar. Zira Rabbimiz öyle düzenlediğine göre bunun mutlaka bir anlamı ve faydası olmak zorundadır. Bu anlam ve faydanın bizim tarafımızdan tespit edilememiş olması, bir başkası tarafından tespit edilemeyecek olduğunu göstermez. Dolayısıyla elimizdeki mushafın meali yapılırken ayet ve sûre sıralaması dahi değiştirilemez.

Bütün bu hususlara dikkat edilse dahi insanlar tarafından yazıldıkları için her meal çok sayıda eksiklik ve hata içerir. Kaldı ki içerisinde hiçbir hata bulunmayan bir meal olduğu düşünülse bile o meal de bir çok sebepten dolayı hiçbir zaman Kur’an’a eşdeğer sayılamaz. Yani hiçbir zaman bir mealle hükme varılamaz, ibadet yapılamaz, Allah’ın Kitabının yerine konamaz.

MAKALENİN DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ

Erdem Uygan

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.