islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5051
EURO
34,8523
ALTIN
2.440,19
BIST
9.716,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
17°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

Bir Ârife Soralım: Her Züht Sahibi Bir Veli midir?

Bir Ârife Soralım: Her Züht Sahibi Bir Veli midir?

Soru: Hocam! Bir kitapta güzel insanların züht sahibi olduğu yazıyordu. Zâhitlik tam olarak nedir?

Ârif: Zâhitlik; kötülüklerden, yasaklardan kaçınarak, ibadete yönelmek; dünyaya ve maddî menfaate değer vermemek; çıkarcı, menfaatperest ve egoist olmamak; kanaatkâr olmak; kalpte dünya ve menfaat kaygısı taşımamaktır. Bir başka ifadeyle dünya işlerinden kaybettiğine fazla üzülmemek, kazandıklarına da aşırı sevinmemektir.

Soru: Züht sahibi olanların ortak özellikleri nedir?

Ârif: Biz bunlara zahitler deriz. Bir zahit, ahireti unutup, dünyaya esir olmaz, elde olan dünyalık mallara fazla önem vermez, fazla mala sahip olduğu için aşırı sevinmez ve elden çıkana da fazla üzülmez. Züht sahibi kişiler, psikolojik yönden sosyal olmaya daha yatkın oldukları için, toplumda sevgiye ve yardıma muhtaç insanlara daha fazla yardım edebilmekte ve böylece kardeşliğe önemli katkıda bulunabilmektedir.

Soru: O halde zahit, aynı zamanda alçak gönüllü de olmalıdır değil mi?

Ârif: Tevazuu göstermeyen ve insanların dertleriyle dertlenmeyen bir zahit, meyve yapmayan bir ağaç gibidir. Ne kadar tevazuu ehli ise bir zahit, insanların iyi amelde bulunması bakımından ve insanlara en faydalı olması açısından en ileri olandır. Kısacası mütevazı olmadıkça zahit de olunamaz.

Soru: Peki, zahitler arasında da bir ayırım yapmak mümkün mü?

Ârif: Yani bu soruna değişik bakış açılarından ele alabiliriz. Belki de üç kesimden bahsedebiliriz. Birinci kesim; halkın bildiği zahitlerdir. Bunlar ahiret için dünyayı boşayanlardır. İkinci kesime gelince bunlar ancak bazı âlimler tarafından bilinen gerçek zahitlerdir. Bunlar dünyayı ve ahireti Allah için terk eden zahitlerdir. Bir de her alanda olduğu gibi sahte zahitler vardır. Bu üçüncü kesim, halkın zahit diye bildiği ancak aslında taklitte kalan, millete riyakârlık içinde olan ham sofulardır.

Soru: Bu üçüncü kesim, nefsine uyanlar herhalde, değil mi?

Ârif: Bazı gafil Müslümanlar, şeytanın tuzağına düşerek, kendi ibadetlerini beğenmeye başlar ve kendilerini bir sofi gibi görmeye başlar. Efendimiz (sav), bu gibi manevî kaymalar için bizleri uyarıyor ve en büyük düşmanınızın, iki yanımız arasındaki nefsimiz olduğunu söylüyor. En büyük gazâ, nefis ile cihat etmektir. Onun için züht yolunda ilerleyen veya ilerlemek isteyen Müslümanlar, hep dikkatli ve rikkatli olmalı ve daima gazâ-yı ekber üzere olduğunu ve bu nefisle cihadın manevî usulünü ve adabını bilmelidir. Bu da ancak takva ile mümkündür. Züht ve takva olmadan topluma layıkıyla hizmet etmek mümkün değildir. Çünkü en zor hizmet, insana hizmettir. Bunun için iyi niyete bağlı samimî zahitlik gerekir. Zaten niyet bozuk olursa sosyal hizmet de salih olmaz.

Soru: Neden zahitler, halka hizmet etme noktasında çok iştiyaklıdır?

Ârif: Çünkü onlar zühdün manevî şuuruna ve lezzetine ulaşmış kişilerdir. Züht, velayet nuru diyebileceğimiz daha ileri bir manevî boyutta hidayete ermektir. Bu derunî hidayet ise öyle bir zevk-i manevidir ki, kişi bu hâle eriştiğinde hem kendi benliğini, hem de insanlardaki güzelliği fark eder. Çünkü hidayet nuru zahidi, insanı görmeye, onu önemsemeye ve ona hizmet etmeye sevk eder.

Soru: Hocam! Siz bu aşamada bulunan gerçek züht sahibi kişilerin aslında Allah’ın veli kulları yani veliler olduğunu söylemek istiyorsunuz gibi geldi bana. Yanılıyor muyum?

Ârif: Yanılmıyorsun. Veliler de işte tam da züht sahibi kişilerin özelliklerini taşıyan Allah dostlarıdır. Allah’a zahitlik şuuruyla ibadette bulunan her mümin ve muttaki insan, aslında kendi çapında bir velidir. Kur’ân’a göre züht ve takva boyutuyla hidayeti yaşayan müminlere dünyevî ve uhrevî korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de (Yûnus, 10: 62-63).

Soru: Peki; irşat ve tebliğ görevi layıkıyla yapabilecek veliler hakkında ne dersiniz? Daha doğrusu maneviyat yolculuğunda bu veliler nasıl böyle ileri bir boyuta ulaşabilmiştir?

Ârif: Bunlardan bir kısmı, zühdün ve takvanın gereklerini temiz bir kalple aralıksız olarak yerine getirmek suretiyle azmederek bu seviyeye gelebilir. Her insan, Allah Teâlâ’nın halifesi ve velisi noktasında adaydır. Tasavvufta bu manevî makama erişme durumu, velâyet-i kesbî olarak tarif edilir. Tabirinden de anlaşıldığı üzere velâyet-i kesbî, gayret ederek, azmederek Allah Teâlâ’nın hoşuna gidecek salih amellere rağbet ederek, zikir ve fikir ile meşgul olarak Cenâb-ı Hakk’ın bir Müslümanı velayet makamına çıkarması demektir.

Soru: Peki başka türlü de velayet elde edilebilir mi?

Ârif: Allah’ın bazı sevgili kulları, özellikle Peygamberimizin (sav) soyundan gelenler, doğuştan velayet makamında olabilir. Biz buna velâyet-i vehbî ile veli olurlar diyoruz. Velâyet-i vehbî, tabirinden de anlaşıldığı üzere sonradan manevî gayret etmekle ele geçmeyen, ezelden Cenâb-ı Hakk’ın takdiri, Allah’ın kudretinin kaderdeki tezahürüyle kişinin ruhlar âleminde veli olarak seçilmesidir.

Soru: Bu kapsama giren bir veliden bahsedebilir misiniz?

Ârif: Meselâ Hz. Abdulkadir el Geylanî’ye ilahî kerametle doğuştan itibaren velâyet makamı verilmiştir. Abdulkadir-i Geylanî, henüz daha bebek iken Ramazan günü annesinden süt emmemiş, iftar vakti geldiğinde sütünü ister ve imsak vaktiyle ağzını mühürlermiş.

Soru: Hocam! Bunun akıl ile izah etmek mümkün müdür?

Ârif: Peygamberlere mahsus olan mucizeleri ve bunun bir delili ve bir devamı olan kerametlerin bilimsel, rasyonel veya mantıkî akıl ile izahını yapmak, çoğu zaman mümkün değildir. Ancak bu özel durumu, Allah’ın velayet delili olarak insanlığa ibret olsun diye gösterdiği bir keramet olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca doğuştan kendilerine velayet verilen velilerin toplum içinde bulunması, Allah’ın rahmetinin genişliğine, ümmet-i Muhammed’in velilerinin büyüklüğüne, tevhit inancının nurlu ve bereketli yolunun güzelliğine işarettir. İşte bu velilerin sayesinde İslâm’ın nuru her asırda var olacaktır, vesselâm.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.